14 Temmuz 2019 Pazar

Hasıraltı ettiklerimiz


Bir ay bile olmamıştı instagram uygulamasını telefondan sileli. Şimdi yine kullanmaya başladım.
Her şeyi hasıraltı edip kapatmaya o kadar alışmışız ki. Yaratılan sanal gerçekliğe inanmak istiyoruz adeta. Ben de bunu görmezden gelmek istemedim artık, ya da dahil olmak.
Yüzümüzde kusur görüyoruz makyaj yapıyoruz, kiloluysak bol giysiler giyiyoruz. Hep  herşeyi örtüp kapattığını düşünürken bir tek kendinin bilebileceğine: kalbine ne yapıyorsun peki?
Kapatmak, yok saymak... Mış gibi yapmak.
Birileri için değil önce kendin için aç kalbini, güldür yüzünü... İçindeki şifa, sevgi temizlesin seni.
Herşeyi insanlar için yapan biri kalbini neden temizler? Niye temizlesin?
Önce kendine sor, özüne...
Cevaplar peşi sıra gelecek eminim.
Neyse ben neden kapattım instagramı?
Çünkü çok sıkıldım gördüklerimden, okuduklarımdan. Gerçekten merak etmediğim şeyleri takip ettiğimi farkettim. Sosyal medya bir merak işi. Neyi merak ediyorsun. Ne görmek istiyorsun orada?
Peki niye tekrar kullanmaya başladım :)
Çünkü bir farkındalık kazanıyorum...
Bir süredir kendimi izliyorum: rutinlerimi, yaptıklarımı, yapamadıklarımı, yapmak istediklerimi ve yapmak istemeyip de yaptıklarımı...(hihi) aynı hayat gibi sosyal medyayı kullanmak da bizim kullanış biçimimize göre değişiyor. Tek yönlü kullanmak bulduğum en güzel çözüm oldu diyebilirim.
Sadece birşeyler paylaşıp ilgi alanımla ilgili, ilham alabileceğim birkaç kişinin paylaşımını görmek bana yetiyor bugünlerde. Uzuun zamanlarımı harcamayı bıraktım.
Bu arada instagramın en sevdiğim özelliği; Sessiz mod :)))

Şifa sende!


Bedenin şifa noktalarını aktivite etmeyi öğreten kuantum uzmanı Ebru Demirhan, bir gecede yaşadığı mucizeyle çıktığı yolda herkesin şifalanması için 'Bedenin Şifa Kapıları'nı yazdı.

Ebru Demirhan ile 4 ayda 4.basıma ulaşan ve herkesin ilgisini çeken 'şifalanma' üzerine yazdığı 'Bedenin Şifa Kapıları'nı konuştuk. 7 binden fazla danışanından yola çıkarak yaptığı çalışmaların sonucunu paylaşan Demirhan, kitabıyla önce bedeni tanımayı, sonra şifalanmayı öğretiyor. Şifanın içimizde olduğunu aktaran Demirhan, "Okuyucu kitabı bitirdiğinde ve kendi kendine 'Ben şifayım, ben sevgiyim...' diye tekrar ettiğinde bir gün bir yerde şifa ile uyumlanmış oluyor" dedi. Şifa ile uyumlanmak ve şifa olmak için bir yerden başlamak gerekiyor ise, sizler de bu röportajla başlayabilirsiniz...


'Şifa kitabı' simgesel bir ifade mi?
Aslında değil. Bedenimizin en temel 4 tane şifa kapısı var. Eller, gözler, ses ve ayaklar. Dolayısıyla her birinden sürekli şifa alıp bedenimize verdiğimiz için onlar bizim kapılarımız. Şifa kapılarımız ile hiç durmadan nefes alıp verir gibi şifa alışverişi yaparız. Şifa ile uyumlandığımız ve bu kapıları bilinç ile de kullandığımız zaman hastalığı ürettiğimiz gibi iyileşmeyi de hızla gerçekleştirebiliriz.   

Şifayı neden dışarda arıyoruz?
Bizler göçebeyken doğayla bağımız çok kuvvetliydi. Her neredeysek insan - doğa bağını kuruyorduk. Ardından yerleşik düzene geçtik. Bütün eylemler meslekleşmeye ve bölünmeye başladı, belli kişilere yöneldi. Şifa da bunun gibi oldu. Bir şifacı oldu. İnsanlar da hastalandıkça kendini onarmak yerine şifacıya gitmeye başladı. Bir bilgi 2 nesilde DNA'dan silinir veya DNA’ya yazılır. 2 nesil şifayı doğada kullanmayıp birine gitmeye başlayınca DNA'da unutulma tarafına alındı. Halbuki şifa içimizde, Cem Yılmaz'ın dediği gibi :) Doğa ile bağımızı güçlendirdikçe kendi şifa aktivitasyonumuzu daha da koruyup kuvvetlendirebiliriz.

Kitabı okuyunca şifa noktalarını mı aktivite edeceğiz? Şifalanacak mıyız yani?
Evet. Bu kitabı okuduğunuzda önce bedenimizi tanıyacağız. Bedenimizi tanımak şifaya açılan ilk kapıdır. Bedenimizi tanımadan onu şifalandırmanız mümkün değil. İkincisi, organlarımız kendi dili ile sorunlarını paylaşıyor kitapta. Biz ne düşünüyoruz, ne hissediyoruz ve organımız bundan nasıl etkileniyor onu anlatıyorum. Kitapta seçenekli bir sürü ihtimalden de bahsediyorum. Çünkü tek bir duyguyla dünyadaki herkesin aynı oranda organının hastalanması mümkün değil, bu yüzden ihtimalleri veriyorum. Bu ihtimallerin içinden kişi kendine en uygun hangisini bulursa onun üzerine nasıl çalışacağı ile ilgili bilgilere de ulaşabiliyor. Bir teknik de var yani. Okuyucu kitabı bitirdiğinde ve kendi kendine 'Ben şifayım, ben sevgiyim...' diye tekrar ettiğinde bir gün bir yerde şifa ile uyumlanmış oluyor. 

Şifalandığımızı nasıl anlayacağız?
Kendinizi iyileştirmeye başladığınızda. Sorunun gitmesi ve neşenin artması anlayacağız.

Karın ağrısından kansere kadar her türlü hastalığı mı iyileştirmekten bahsediyorsunuz?
Hastalıkların kaynağı negatif duygular, düşünceler, anılardır. Şifa çalışarak anılaı, duygu ve düşünceleri onarabiliriz. Bununla birlikte bedenimize kendi şifamızı aktarıp onarma işlemini kuvvetlendirebiliriz. Hastalık bedenin ifadesidir. Her hastalık bir şeylerin yanlış gittiğini anlatır. İyileşme ise bedenin kendi gücünü kullanmasıdır.

BİR GECEDE MUCİZE YAŞADIK
Siz nasıl yola çıktınız? Şifalanma hikayenizi paylaşır mısınız?
Şuan 13 yaşında olan dünya tatlısı oğlum , beklenenden erken doğdu. Karaciğerinin tam çalışmadığını öğrendik. Bedenine aldığı besinleri enzime çevirip bedene yararlı hale getirmediği için zaman içinde minyon bir çocuk olarak kaldı, bütün vücudunda yaralar vardı ve iyileşmiyordu. Sonra tıbbın bize artık çare olamayacağı bilgisini aldık. Biz de alternatif yöntemlere eğilmek zorunda kaldık. Sonra kimi araştırsak İstanbul'da çıktı, o zamanlar Antalya'da yaşıyordum. Artık İstanbul'a gitme vakti geldi dedik. Bankada çalışıyordum, bankanın yükselme sınavlarına girip onunla birlikte İstanbul'a taşındım. İstanbul’da alternatif yöntemlerin peşine düşmeye başladım. Çok zorlu bir dönemdi. Oğlumun bağışıklık sistemi çok zayıf olduğu için kreşte sürekli mikrop kapıyordu. Neredeyse her günümüz hastanede geçiyordu. O zamanlarda bir arkadaşım kuantum tekniklerinin anlatıldığı bir TV programına rastlamış. Bunun hastalıklar konusunda kolaylıklar hatta iyileşme sağlayacağını duymuş. Araştırdım, seminerlere katıldım, bireysel çalışmalar aldım. Çınar'da iyileşme görmedim önce. Ardından, bir aile draması seansına katıldım. Bu çalışmayla anne rahminde aramızda gerçekleşen yanlış anlaşılmanın ( :) ) öfke olarak bedende kalıp karaciğeri hastalandırdığını öğrendik. Ve o duygular aile dramasının içinde çözülünce Çınar'ın karaciğeri çözüldü ve biz bir gecede bir mucize yaşadık. Ertesi sabah ne yara vardı, ne iz vardı Çınar'da.

Küçük bir çocuk neden hasta olur peki?
Çok fazla sebep var. Anne rahmi 40. günden itibaren her şeyi görmeye duymaya başlarız. Birçok hastalığımızın kaynağı da anne rahmidir. Çünkü bazen bebekleri zamansız diye nitelendiririz, bir etiket takarız. Bazen illa kız ya da erkek olsun deriz. Bazen bebeği istemeyiz. Bazen çok isteriz ama aşırı endişeleniriz... Ve bizim hissettiklerimizi bebekler farklı duyuyor. Ve onlar bunlarla ilgili bir sürü şey hissedip duyguları üstlenebiliyorlar.

Ebru Demirhan: Mesela bazı insanlar vardır. Hep aynı parmağının aynı yerini keserler. Ya da sürekli kendilerini yakarlar.. Bunlar mesajlardır. Hangi organla ilgili bir imdat çağrısı var? Ellerde hangi parmak neyin ifadesi...
Bu bilgilere nasıl ulaştınız?
Her bir organ, parmak, diş için tek tek bilinçaltı çalışmalar yaptık. 7 binden fazla danışanımız ile yaşam yolunda ilerlerken bu sonuçlara ulaştık.
-------------------

Oğlunuz Çınar'da gördüğünüz mucizeden sonra işin içine girmek istediniz yani...
Hastalık sürecinde, özellikle çocuk hastalıklarında konuştuğunuz herkes hasta çocuk annesi, çocuk doktoru vs. Artık sağlıklı insan kültüründen çıkıp başka bir kültürün içine giriyorsunuz ve onun içinde debelenirken hep birilerine yardım etme ihtiyacınız oluyor. Sorun çözüldükten sonra da bir başkaları için bir şeyler yapma ihtiyacı duyuyorsunuz. Baktım ki Çınar iyileşti ve bambaşka bir süreç başladı bizim hayatımızda. Aklıma direkt hastanede tanıştığım, muayenehanede konuştuğum insanlar geldi. Doğal bir dürtü olarak yaşadığım iyileşmeden başkaları da faydalansın istedim. Eğitimlere katıldım. Baktım çok iyi gidiyor, uyumlanıyorum bilgiyle, bankadan ayrılıp bir sürü insana farklı bir şekilde faydalı olmaya başladım.

10 YILDIR ŞİFALANDIRIYOR

Başkalarını şifalandırmaya mı başlamıştınız?
Evet. Böyle olunca da işten ayrıldım. Önce eğitim aldığım yerde bir süre çalıştım, sonra kendi ofisimi açtım. 10. yılımızı Şubat'ta kutlayacağız. 10 yıldır kendi işimi yapıyorum.

Kitabı birine şifa vermek için mi okuyacağız, şifalanmak için mi?
Şifa için insanların illa hasta olması gerekmiyor. Bedenin Şifa Kapıları kitabımı bedeni tanımak ya da bir sağlık sorununun görünmeyen tarafını keşfedip çözmek için de okuyabilirsiniz.

Bir kez şifalanırsak hep şifalı mı kalıyoruz? :)
Şifayı doğuştan getiririz. Zaten şifalıyız, sadece bunun farkında değiliz. Şifa Eğitimi ve uyumlaması ile şifanın gücünü bedene hatırlatırız. Kişi de her zaman istediğinde kullanabilir. Şifa ile uyumlanıldığı andan itibaren yaşam boyunca beden şifayı hatırlar ve kullanır.

Şifacı olunca karşımızdaki kişinin negatifini alıyor muyuz?
Korunmanın teknikleri var. İnsan kendi şifasını aktivite ettiği zaman negatif enerjilerden de korunmayı zaman içinde öğreniyor. Korunmanın çok basit bir yöntemi var. Kendimizi negatif insanların yanında iken şeffaf bir balona alıp 'korunuyorum' deriz, bu kadar.

Şifalanma derken, bedensel veya zihinsel olarak bir ayrım yapılabilir mi?
Aklımıza gelen her şey şifanın konusudur. Gelecek için kurduğun hayaller, geçmiş anılar, hayvanlar, canlılar, duygular, düşünceler, beden, organlar ... her şey şifanın konusudur.

Bu bireysel çalışma metodunuz mu?
Bireysel çalışmalarda birbirinden farklı 43 tane teknik kullanıyoruz. Kişinin sorununa cevap verebilecek seansları uyguluyoruz. Şifa seansı 43 seanstan biri. Aynı zamanda Evrensel Şifa Eğitimi ile kişilerin şifa uyumlamasını gerçekleştiriyoruz. Bir günlük şifa eğitimi 5-6 saat sürüyor. Bu sürede bedendeki şifayı bedene tekrar hatırlatıyoruz ve bir el verme işlemi yapıyoruz. Sonra da hayat boyu dilediği zaman kullanıyor kişi.

Size gelemeyenler için mi bu kitap?
Evet, herkes bize ulaşamıyor çünkü. Mesafeler var, maddi durum yetersizlikleri, güven ve inanç sorunları nedeniyle bize ulaşamayan kişilere kitabımızla ulaşıp şifanın gerçek yüzünü anlatmaya çalıştım.

Bir gün yeterli oluyor yani.
Şifa dışarıda değil içsel bir konu olduğu için bir günlük eğitim yeterli olmakta. Dışardaki bir şeyi alıp içselleştirmek zordur, ama içindeki ortaya çıkartı hayata geçirmek kolaydır.

KALBİNİZLE TARTIN

Bu tip çalışmalarda çok fazla dolandırıcı insanla da karşılaşabiliyoruz maalesef. Nasıl güveneceğiz?
Bunu kalbinize bırakın deriz her zaman. Dolandırıcı evet ama onların da bu dünyaya bir hayrı var. Hiçbir şey boşuna değildir. Belki bazı şeyleri ayıklamak belki de nasıl olmayacağımızı görmektir faydası. Muhakkak bir sebebi vardır. Eğer bir insan kalbimize uymuyorsa bilinçaltı yolculuğuna çıkmamak gerekir. İsteriz ki danışmanlık alacağınız insanları kalbinizle tartın. Bırakın kalbinizin terazisi size bunu söylesin. Bir de insanların yaptıklarına bakın. Ne yapıyorlar, nasıl bir hayat yaşıyorlar...Biraz gözlemleme fırsatınız varsa çok çabuk anlarsınız.


Doktora neden hastayız diye sorsak bize çok farklı bir yanıt verir. Doktorlar sizi destekliyor mu?
Bir kısım doktor evet, bir kısım doktor hayır, bir kısım doktor da olabilir de olmayabilir de diyor.

Homeopati yöntemiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Oldukça verimli bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Biz de kullanıyoruz hemeopatiyi.


Kitaplardan elde edilen gelirin bir kısmını bir vakıfa bağışlayacaksınız...
Evet. Kanserli Çocuklara Umut Vakfı'na (KAÇUV) aktarıyoruz. Kitabımızda gönüllülük konusuna da değiniyoruz.

2.kitabınız değil mi?
Evet. İlki 'Benim Ailem' çocuk kitapları. Yetişkinler için de ilk kitabımız oldu 'Bedenin Şifa  Kapıları'.

Yeni kitaplar yazılıyor?
Birisini kontratlarla ilgili olacak. Dünyaya gelirken nasıl kontratlar yapıyoruz.Ailemizle, toprakla, vatanla ilgili... Dünyaya bir anlaşmaya geliyoruz. Bunun maddeleri ne, hükümleri ne, neden Türkiye'de doğduk mesela.

Sizi nasıl tanımlamalıyım. Şifacı olarak mı adlandırıyorsunuz kendinizi?
Biz şifa olmak diyoruz aslında. Şifa olma haliyiz biz. Mecburen bir tanımlama yaptığımız için şifacı diyoruz. Ama doğru tanımı şifa olma halidir. Ben şifa olma halindeysem başkalarına yardımcı olabiliyorum.

(2016 Yılından)

10 Mart 2017 Cuma

Tesadüf mü?

Geçen sene bu zamanlarda açmıştım bloğumu. Heyecanlı heyecanlı 'Blok açtım, yazılar yazacağım heheeheh' diyordum. Sonra bir baktım ki geçen zamanın ardından birkaç kez yazmışım sadece ve sonrasında eski röportajlarımı vb. eklemişim.
Neden şimdi yazmaya karar verdim? Çünkü bugün yoga yaparken tesadüfe bakın ki yağmur yağmaya başladı...
Tesadüf mü?
Tesadüflere inanır mısınız? Bazen başımıza gelen olaylar, yok bu kadarı fazla, ay bu da mı tesadüf dedirtiyor bize. Sonra bi bakıyoruz ki aslında bunlar tesadüf değilmiş, yani tam da olması gerektiği için oluyormuş.
Olması gerektiği için oluyormuş ne demek peki?
Akışta olmak demek, olan her şeyi hayra yormak ve kalıplardan kurtulmak demek...
iyi-kötü, erken-geç... anlam yüklemeden kabul etmek demek.
Böyle bakmayı denediniz mi?
Yaşadığımız olaylar, karşımıza çıkan insanlar bize neler kattı?
Her şey olabilir hayatımızda. İşimizden ayrılabilir, evimizi değiştirebiliriz, daha başka şeyler de... Ama geriye baktığımızda her şeyin geldiğini ve geçtiğini görüyoruz.
Sosyal mesaj vereyim kaygısıyla değil, içimden söylüyorum bunu; hayatınızda her ne istiyorsanız bunu yapmanız için geç ya da erken değil. Ertelemeyi bırakıp hayatın size getireceklerini kucaklamak için cesur olun yeter...



28 Ağustos 2016 Pazar

Biz yogayı böyle bilmiyorduk!

Yogayla ilgili tüm bildiklerinizi unutun. Yoganın spor ötesi bir çalışma olduğunu üstüne basa basa söyleyen Yoga Eğitmeni Esin Yıldırım Çuha, yogayla ilgili yargıların bilgisizlik ve deneyimsizlikten kaynaklandığına dikkat çekti. Esin Yıldırım Çuha ile hem yoga yaptık, hem yogayı konuştuk...

Yoganın bir spordan çok daha fazlası olduğunu söyleyerek konuşmaya başlayan Yoga Eğitmeni Esin Yıldırım Çuha, yoganın bütün hayatınızı etkileyecek bir çalışma olduğuna dikkat çekiyor. Herkesten yogayla ilgili önyargılarını kırmasını isteyen Çuha, “İnsanların, kulaktan dolma bilgilerle önyargılı olmak yerine, deneyimleyerek hayatlarının nasıl değiştiğini görmelerini isterim. Bu yüzden herkes yoga yapmalı” diyor. Yogabalance’ın kurucusu ve aynı zamanda Yoga Eğitmeni / Nefes Terapisti Esin Yıldırım Çuha, yoganın hayatınızda farklı bir dönem başlatacağını Antalya Life okurları için anlattı…

İnsanlar neden yoga yapmaktan çekiniyor bu önyargıların sebebi sizce ne?
Önyargıların sebebi, yoganın yeterince bilinmemesi, yoga hakkında gerçek ve yeterli bilgiye sahip olunmaması.

SPORDAN DAHA FAZLASI

Yoga için sadece spor diyebilir miyiz yoksa bir spordan çok daha fazlası mı?
Diyemeyiz. Bana bir spor dalı söyler misiniz hem nefesinizi düzenlesin hem tüm vücut sistemlerinizin çok daha iyi çalışmasını sağlasın, beyin fonksiyonlarını güçlendirsin, eklemleri ve kasları esnetirken, aynı zamanda tüm kasları güçlendirsin. Olumlu kişisel özelliklerinizi geliştirirken psikolojik rahatsızlıklara iyi gelsin. Hem kontrolünüzü sağlasın hem de zayıflatıp sizi fit yapsın. Zihni sakinleştirerek, günlük hayatınızı, iletişimlerinizi daha iyi hale getirsin. Verdiğim cevaptan da anlıyoruz ki bir spordan çok daha fazlasını yogada buluyoruz.

Kilolu olmamız veya yaşımız yoga yapmamıza engel mi?
Kesinlikle değil. Bu yine yogayı yeterince bilmememizle ilgili söylenen ve doğru zannedilen bir yanlıştır. Ne fazla kilolarınız ne de yaşınız ve aynı zamanda dini inancımız da yoga yapmanıza engel değildir. Herkes yoga yapabilir.

Yoga dendiğinde sadece oturduğumuz ya da imkansız olarak düşündüğümüz zorlu duruşların yapıldığı gibi bir algı var. Yoga çalışmalarınızı kısaca özetler misiniz?

Aslında yoga sekiz basamaktan oluşan kişisel gelişim sistemidir. Eğer Yoga dendiğinde aklınıza bağdaş pozisyonunda oturan biri geliyor ise yoganın dhyana denilen meditasyon basamağından ya da daha da doğrusu yüzlerce meditasyon tekniğinin bir tanesinden bahsediyorsunuzdur. Eğer yoga dediğinde; aklınıza bizim poz, duruş ya da Sanskritçe ismi ile asana dediğimiz pozisyonlar geliyor ise siz yine yoganın üçüncü basamağı olan asanalardan bahsediyorsunuz demektir. Bunlar sadece, sekiz basamaktan oluşan, evrensel bir kişisel gelişim sistemi olan matematik, fizik gibi formül ve tekniklere dayanan, dinlerle ilgisi olmayan; bilinen en eski dinden bile daha eski olan muhteşem bir uygulama, etkili tekamül aracı olan yoganın sadece ve sadece üçüncü ve yedinci basamaklarıdır ve bütünsel bir çalışma olan yoganın sadece iki organıdır.


AMACIMIZ TEKAMÜL
Bu sekiz basamak nedir? Kısaca açıklamak mümkün mü?
Deneyelim. Bir tarlamız var diyelim: ağaç yetiştirmek istiyorsunuz. Güzel bir sonuç almak için ne yaparsınız? Ağacı yetiştireceğiniz topraktaki taşı, yabani otları temizleyerek yumuşatır, havalandırırsınız. Ondan sonra tohumu eker üstünü yine yumuşak bir toprakla itinayla kapatır ve tohumun filizlenmesi, yeşermesi, mevcut olan potansiyeline ulaşabilmesi için ona özenle bakmaya başlarsınız.
Yogadaki yoga ağacı kavramı buradan gelir. Ağacın kökü birinci basamak olan yama evrensel eylem kontrolü, gövdesi ikinci basamak olan niyama kişisel eylem kontrolüdür. Ağacın dalları üçüncü basamak asanalar yani pozlar, dallardaki yapraklar dördüncü basamak nefes teknikleri ve prananın kontrolünü sağlayan pranayamadır. Yani enerjinin kontrolü. Ağacın gövdesi ve tüm dalları kabukludur, kabuk olmazsa ağaç zarar görür, ağacın kabuğu yoganın beşinci basamağı olan pratyahara yani duyu kontrolüdür. Ağacın öz suyu ya da besi suyu dediğimiz bölümü ise, altıncı basamak olan dharana yani konsantrasyona karşılık gelir. Ağacın çiçekleri yedinci basamak dhyana daha bilinen Türkçe karşılığı ile meditasyondur. Meyveleri ise nihayi amaç olan sekizinci basamak samadhi yani üstün konsantrasyondur. Ağaç kavramını düşünürsek nasıl ancak sekiz bölümün bir araya gelmesi ile sağlıklı bir ağaç olabiliyor ise, eğer yaptığınız uygulama sekiz basamağı içeriyor ise onu yoga olarak adlandırabiliyoruz. Ve en yüksek faydayı, yaşamın tüm boyutlarına yayılmış tamlık, bütünlük hissini deneyimleyebiliyoruz.

Sekiz basamağın her biri aynı öneme mi sahip?
Aslında öyle. Her bir basamak çalışmanın önemli bir kolu ama kökler çok önemli, kökler sağlam değilse, ağacın diğer bölümlerini besleyemez. Eğer gövde sağlıklı olmazsa ağaç yine büyüyemez.

Bu yüzden de yama ve niyama basamakları yoga çalışmalarının temelini oluşturur, bu prensiplerinin yaşama geçirilmesi ile negatif düşünce ve davranış modellerinin fark edilip, değiştirilmesi; farkındalığın artmasını, bilincin genişlemesini ve enerjinin artmasını sağlar.

Evrensel prensipler üzerine çok uzun konuşulabilir. Yama prensipleri beş nitelikten oluşur; şiddetsizlik, dürüstlük, hırsızlıktan çekinme ya da çalmama, tensel zevklerin kontrolüdür. Niyama prensipleri ise; saflık ya da temizlik, yetinme ya da halinden memnun olma, ateşi çaba, kendini eğitme, mutlak ve kutsal olanı algılamadır. Sanırım en kısa bu şekilde anlatılabilir.
Diğer altı basamak, zihinsel, bedensel, ruhsal sağlığımızı hızla güçlendirirken; yama ve niyama prensiplerinin uygulanmasını kolaylaştırır ve bireyi stabil hale getirir. Bu da bizi daha sağlıklı, güçlü, dengeli kılar.

İnsanlar neden yoga yapmalı?

Sağlıklı kalmak, sağlıklıları geri kazanmak için, kronik rahatsızlıklara yakalanmamak için, sağlıklı yaş almak için, geçmişin travmalarından kurtulmak, gelecek ile ilgili endişelerden kurtulmak için, bolluk bereket için, iş yaşamında huzur ve başarı için, nitelikli sevgi ve aşk kaliteli ilişkiler için… Sizi aslında bloke eden, kısıtlayan tüm inanç kalıpları, düşünce biçimleri ve davranış şekilleri için özgürleşmek için yoga yapmalı sanırım yeterince saydım :)


‘YOGA YAPAN ERKEKLER DAHA ÇEKİCİ’

Erkeklerin yogayı kadın sporu olarak algıladıklarını düşünüyor musunuz?

Sanırım yoganın spor ötesi bir çalışma olduğunun altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. Evet, böyle bir kanı maalesef var, bu yine bilgisizlikten ve deneyimsizlikten kaynaklanan bir yargı. Bugüne kadar bir sürü erkek öğrencimiz oldu ve belki bazıları onları sevenlerin zoru ile derse katıldı, bizde uygulanan dersler ile ilk ders sonu bu yargı kaybolur ve yerini olumlu görüşlere bırakır. Sık duyduğum cümlelerden biri de "biz yogayı böyle bilmiyorduk" olur. YogaBalance’da her yaş grubundan erkek öğrencilerimiz var. Bazı saatlerde erkek öğrencilerimiz, bayan öğrencilerimizden bile fazla olur. Öğrencisi, pilotu, müteahhidi, iş adamı, öğretmeni her yaştan ve her meslekten kişiler olabiliyor. Modern dünya ve özellikle günümüz Türkiye koşullarının çok da kolay olduğu söylenemez; artan şiddet ve terör olayları, kriz, zorlaşan iş ve özel ilişkiler vs. kendimizi güçlü tutmak, desteklemek, dayanıklılığımızı artırmak için bir metod, bir yol bulmamız gerekiyor. Bizi güçlü tutarken, yan etkiler yaratmayan, sağlıklı, doğal bir metod. Bu yüzden erkekler yoga yapmalı. Bu arada yapılan araştırmalar gösteriyor ki; kadınlar yoga yapan erkekleri çok çekici buluyorlarmış, durum böyle, erkeklere duyurulur.

Bir yandan yogayı merak eden bir taraftan da yoga yapmaktan çekinen kişilere mesaj vermek ister misiniz?

Lütfen çekinmesinler, rahat olsunlar. Olumsuz bir yoga deneyimini önlemek için ders yapacakları salonları, eğitmenleri iyi tespit etsinler, yogayı paravan olarak kullanan misyonerliğe soyunmuş yerlere ve kişilere dikkat etsinler. Yoga muhteşem bir kişisel gelişim sistemidir, tadını çıkarsınlar.

YogaBalance olarak verdiğiniz hizmetler nelerdir?

Stüdyomuz da çeşitli yaş ve her seviye ye göre herkes için yoga dersleri yapabiliyoruz. Hamileler için yoga, çocuklar için yoga, anne bebek yogası, ileri yaştaki kişiler ile yoga çalışmaları vs. mat pilates ve reformer pilates derslerimiz var. Genellikle şehir dışından; alanında kabul görmüş, faydası olacağını düşündüğümüz kişiler ile sertifika programları ve workshoplar düzenleyerek Antalyalıları ünlü eğitmenlerle buluşturuyoruz. Yine dersleri benim yaptırdığım "Gerçek Yaşam, Gerçek Denge" adını verdiğim yoga kampları düzenliyoruz. Özel bir hastanenin onkoloji bölümünde de ders vermeye devam ediyorum.


HUZUR BURADAN GELİYOR

Yoga yaptıktan sonra kendimizi dingin ve huzurlu hissetmemizin sebebini açıklar mısınız?

Yoga yaparken maddi ve enerjetik bedeniniz üzerinde çalışırsınız. Artan oksijen, iç organlara uygulanan masajın etkileri, rahatlayan kardiyovasküler sistem ve diğer tüm vücut sistemleri; sinir sistemi, sindirim, boşaltım vs… Kaslar ve eklemler esner. Güçlenir, rahatlar. Maddi düzeyde bunlar olurken; bedendeki enerji azlığına, hastalığa sebep olan enerjetik blokajlar giderilir ve enerji artırılır. Yoga tekniklerinin de yoga ile zihinsel enerji alanı arındırılır, güçlendirilir, zihin kontrolü sağlanır. Detoks, botoks etkileri gösterir. Bizler ruh, beden, zihinden oluşan varlıklarız. Bu unsurlardan herhangi birinde oluşan sıkıntı diğerini de etkiler, oluşan herhangi bir olumlu gelişme, iyileşmede aynı şekilde diğerlerini etkiler. Kendimize bir bütün olarak bakmalı ve üçü üzerinde çalışarak gerçek bir dengeyi sağlayabileceğimizi unutmamalıyız. Yogada uygulanan teknikler ile bu zorlamadan, kendiliğinden gerçekleşir ve siz tek bir yoga dersinin sonunda bile rahatlamış, dingin ve huzurlu olarak mattan kalkarsınız. Bunun sebebi kendin için yapabileceğin en güzel uygulamayı yaptın, sen yoga yaptın, seni bütünlüğe götüren, mutlak ile bağlantıya geçiren muhteşem bir uygulama yaptın, dinginlik, huzur buradan geliyor.





21 Ağustos 2016 Pazar

Bu bir adalet savaşıdır

Atatürk’ün ‘İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey adaletle kaimdir’ sözündün esinlenerek ‘Adalet, Sizsiniz’ oyununu kaleme alan Ümit Denizer, ‘Adalet, Sizsiniz’in oyuncuları Taner Barlas ve Rutkay Aziz ile Türkiye’deki sanat ve adalet üzerine konuştuk
3 yıldır sahnelenen ‘Adalet, Sizsiniz’, Antalya’da 92. gösterimini yaparak yaklaşık 40 bin seyirciye ulaşmış oldu. Repliklerin sık sık alkışlarla kesildiği oyunda final sahnesiyle birlikte alkışlar daha artarak tavan yaptı. 3 tarihi olayın anlatıldığı oyunda, Sokrates’in Atina’da siyasetçiler tarafından ölüme mahkum edilmesi, Galileo’yu’nun kilise tarafından mahkum edilmesi ve Amerika’daki burjuva hukukun mahkum ettiğini İtalyan göçmen işçinin yaşadıklarını anlatan Yazar Ümit Denizer,  “Bu oyunu Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey adaletle kaimdir’ sözünden yola çıkarak yazdım.  Finalde Rutkay Aziz, ‘bu bir adalet savaşıdır. Binlerce yıldır süregelen. İstiklal, istikbal ve hürriyet ancak adaletle yaşar” diyor. Bu yüzden ‘Adalet, Sizsiniz’ diyoruz seyirciye” diye konuştu.

ÜMİT DENİZER
Oyunu yazma fikri nasıl oluştu? Neden ‘Adalet, Sizsiniz’?
Oyunu 2011 yılında yazmaya başladım ama 2012 yılında son halini aldı oyun. O dönemde ülkemizde ergenekon, balyoz, oda tv davalarına tanıklık ediyorduk.  Bu durum isyan ettirdi beni. Elimden gelen işle cevap verdim. İşte bu oyun çıktı ortaya.
 ‘6 ÖDÜLÜMÜZ VAR’
Oyun sahnelenmeye başlamadan ödül aldınız. Nasıl geliştiğini anlatır mısınız?
Oyunu yazdım. Kim oynar diye düşünürken bir oyun yarışması olduğunu gördüm gazetede.  Oraya gönderdim. Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü. 2 yılda bir yapılıyormuş. Ve her yıl da konu değişiyor. Oraya gönderdim. Sonra öğrendim ki 54 oyun metni katılmış yarışmaya. 54 metin içinden birinci seçmişler. Daha oyun sahnelenmeden, okuyarak çok beğenmişler ve ödül verdiler. Bayağı kalabalık bir dinleyici karşısında ödül aldık. Oyunumuz sahnelendikten sonra da önemli ödüller aldık. Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde jüri özel ödülüne layık görüldü oyunumuz. Lions Kulüp her yıl ödül verir. Yılın en iyi oyunu ve yılın en iyi sahne tasarımı ödülü verdi. Direklerarası Seyircileri Derneği var. Türkiye’de örgütlüler, profesyonel eleştirmen değiller. Tiyatro severler olarak sahnelenen oyunları takip edip ödüllendiriyorlar. Anadolu şehirleri de dahil buna. Dernek, en iyi özgür temalı oyun ödülünü verdi.
ADALETE İHTİYAÇ OLAN HER YERDE OYNANACAK
92. oyununuzu Antalya’da oynadınız. İzleyiciyi nasıl buldunuz?
Çoğu diyalog alkışlarla karşılandı. Finalde tüm salon ayağa kalkıp alkış yağmuruna tuttu. O kadar güzel bir manzara ki… Bazı oyunlarda seyirci gerçekten ayağa kalkma ihtiyacı duyar. Bu oyun da tesadüfen bütün seyirciyi ayağa kaldırıyor.  Miting gibi bitiyor. Çok hoşuma gidiyor. O kadar gösterim yapıldı, hala coşkuyla seyrediliyor, eskimiyor. Adalete ihtiyacı olan her yerde oynanacak bir oyun diye düşünüyorum.  Antalya’daki gösterim 92. Gösteri. 100 gösteri İstanbul’da tamamlanacak ve tiyatrodaki güzel geleneklerden biri olarak tören düzenlenecek.
Finalde de ‘Adalet, Sizsiniz’ diyerek bitiriyorsunuz…
Evet, oyunun final cümlesinde seyirciye ‘Adalet, Sizsiniz’ diyoruz. Yani herkesin sahip çıkması gerekiyor adalete. Ancak öyle sağlanır. Sadece hukukçulardan beklememek gerekiyor. Hak aramak gerekiyor. Temelinde o var. İnsanlarda bir korku var, evet. Onu yenecek şey de korkunun üstüne gitmek bence. Eğer bu vatanda özgürce, geleceğe güvenle bakarak yaşamak istiyorsak adaleti sağlamak gerekiyor. Kimseden beklemeden. Kendimizin sağlaması gerekiyor.

TANER BARLAS
BİNLERCE İNSANIN BAŞINA GELİYOR
Adalet mücadelesi verirken ‘Yeter artık, yeter artık…’ diye haykırıyorsunuz oyunda. Geç gelen adalet, adalet midir sizce?
Geç gelen adalet, adalet değildir diye bir söz. Maalesef her zaman öyle oluyor. Hem Türkiye’nin hem dünyanın kaderinde olan bir şey. Her zaman değil ama çoğu kez haksızlıklar oluyor, idam edildikten sonra insanların suçsuz oldukları anlaşılıyor. Belki binlerce insan var tanımadığımız. Onlar tanınmadan, suçsuz oldukları halde öldürülüyor, ya da hapislerde senelerce sürünüyorlar. Şimdi daha da bilinçli yapılan bir şey var. Yani oyundaki İtalyan göçmenler Sacco ve Vanzetti de olduğu gibi. Orda bilerek göçmenlere, işçi sınıfına gözdağı vermek adına yapılan böyle bir cezalandırma bugün hala geçerliliğini koruyor.
AZINLIKTAYIZ, DİNAZORUZ
Türkiye’deki sanatın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu dönemde biz azınlıktayız, dinazoruz. Türkiye’nin sistemi bu. Sanat, insanları aydınlatır, sorunları gösterir, seyircinin soru sormasını sağlar. Soru sormayın diye sanata baskı yapan, komedi türü, magazinel şeyleri öne çıkaran bir yapı var. Ne lüzumu var başını derde sokasın? veya işsiz kalasın? İnsanlar daha konformist, rahatına düşkün. Böyle bir tercih yapmışlar. Biz azınlık olarak çırpınıyoruz bir şeyler yapabilmek için. Ya hep beraber ya hiçbirimiz... Bu kadar sanatçı toplu olarak birşeyleri uyandıramazsak, bir şeylere vurup ses çıkmasını sağlayamazsak, bireysel olarak yaptığımız çıkışlar olarak kalırız. Yaptığımız senede bir oyun. Burada topladığımız 2 bin kişi. 78 milyon insan var Türkiye’de. Hangisine ulaşabiliyorsunuz? Televizyon diye garip bir araç var. İnsanlar onun karşısına geçip evlendirme programı seyrediyor. Siz gidip bir oyun oynayacaksınız. Hafızasında bir anı, bir söz, Haldun Taner’in de dediği gibi perdeye asılı kalıyor. Bir hareketim izleyicinin aklında kalıyor, onun dışında her şey yitip gidiyor. 
Tiyatro biletlerinin pahalı olmasını konusunda yapılan eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pahalı tabiki. Öğrencileri biliyoruz. Yaşam standartlarını biliyoruz Türkiye’deki.  Bunları göz önüne aldığınız zaman 50 lira vermek, 40 lira vermek bir öğrenci için pahalı geliyor kuşkusuz. Ama ne yaparsınız ki tiyatro da ancak yaşamını bu paraları aldığı zaman sağlayabiliyor. Oyuncusuna para verebiliyor, turnelere gidiliyor, konaklıyorsunuz. Bunun bir gideri var. Her tiyatro da bu kadar seyirci potansiyeline sahip olamayabiliyor. Biz bu kadar kalabalık oynuyoruz. Her gittiğimiz yerde salonu dolduruyoruz ama doğru dürüst iş yapan tiyatrolarda var ve bunlar gittiği zaman o kadar seyirci toplayamayabilir. O zaman işte sattıkları bilet ancak kendilerini geçindiriyor ve ayakta tutabiliyor.
SEYİRCİYE YAKIN OLMAK GEREKİYOR
Tiyatro sahneleri de büyüdü artık. 2 bin kapasiteli salonlarda oynuyorsunuz…
Tiyatro biraz entim bir sanat. İnsanın gözünün yaşını görmesi lazım, akan terini görmesi lazım. Onun için mümkün olduğu kadar seyirciye yakın oynamak gerekiyor. Küçük salonlarda oynarsın. Evet. 10 kere oynarsın. Ama en azından izleyici daha çok tadına varır, daha çok içine girer, daha çok söylediğini anlar. Şimdi biraz uzaktan, mesafeli izliyor seyirci. En arkada oturan seyirci küçücük görüyor sahnedeki kişiyi. Silüet olarak görüyor. Sesini belki iyi duyuyorsun ama ne yapıyor adam, aksiyonu ne? O zaman alabileceğiniz yüzde 90 keyiften fedakarlık yapmış oluyorsunuz veya insanları cezalandırmış oluyorsunuz. Artık sanat çok pahalı bir uğraş haline geldi. Ekonomik sıkıntının içinde yaşayan insanlar eğer sanata para ayırıyor ve geliyorlarsa demek ki sevdikleri ve bir şeyleri seyretmek için geliyorlar. Onlara hak ettiği sanatı vermek lazım.
SORGULANMAYAN HAYAT, YAŞAMAYA DEĞMEZ
‘Adalet’ ile ilgili ne söylemek istersiniz?
Kafası işleyen insan susturulamaz. Yaşamak isteyen insan bir şeylere karşı çıkacaktır. Olumsuz gördüğü şeylere karşı çıkacaktır. Ve lafını söyleyecektir, söylemesi gerekir. Sorgulanmayan hayat, yaşamaya değmez. Biz tiyatrocular pek konuşmayı sevmeyiz aslında. Çoğu arkadaşımız sever ama ben pek sevmiyorum. Çünkü yaptığımız iş zaten ortada, sahnede görünen bir şey. Biz buyuz, düşüncelerimiz bu, yaşam tarzımız bu. Biz işimizi yaptığımız sürece mutluyuz. İşimizi yapamazsak ihtiyarlarız ve göçeriz. Bizi ayakta tutan yaşama bağlayan şey yaptığımız iş.

RUTKAY AZİZ
BU GÜNLERİ AŞACAĞIZ
Adalet hep geç mi gelir?
Bu ülkede geç geliyor tabi. Onun acısı da yıllardır çekiliyor. Çekilmeye de devam ediyor. Dış dünyaya baktığınızda özellikle Avrupa’da adliye sarayları ki saray mı diyeceğiz artık adına bilmiyorum. Güven vericidir. Daha baştan, girerken size bir güven verir. Duruşma salonları da öyledir. Ama Ergenekon davasında iyi kötü duruşmalara gitmiş biri bu duruşma salonlarından adil bir yargı sonucu çıkmaz dedim. Çıkmadı da zaten yıllarca. Nasıl kazanırız tekrar adaleti bu anlamda bilemiyorum. Bu tabi toplumun eğitimiyle, kültürüyle, bilinçli bir yurttaş olmasıyla çok bağlantılı açıkçası. Bu günleri aşacağımızı umuyorum.
Sanatçı olarak korkuyor musunuz?
Korkmak… İnsanoğlu korkar ya. Bu çok yadırganacak bir şey değil. Ama bu korku nereye kadar? Kendi ilkelerimizden, onurumuzdan, dünya görüşümüzden, duygularımızdan, düşüncelerimizden ödün verecek noktaya gelmişse o zaman yaşamayız zaten.  Oynadığımız oyuna ters düşeriz. Finalde ettiğimiz bir takım laflar var. Yılgınlığa, suskunluğa, teslim olmaya yer yok diyorsun. Bu cümleyi ben çok seviyorum, çok sık kullanırız. Mesele esir düşmekte değil; mesele teslim olmamakta der Nazım. Asıl mesele o. Bunu becerebilecek miyiz? Bakalım.
Siz ne yapıyorsunuz adalet için? Gençlere öğütleriniz var mı?
Oyunumuzu oynuyoruz, söyleyişlere gittiğimizde konuşuyoruz. Gençler ülkelerini ve dünyayı bilinçli bir şekilde takip edecekler. Hem ülkelerini, insanı ve emeği sevecekler. Mümkün olduğunca parayla özdeş yaşamayacaklar. Kendilerini insanlığa sorunlu hissedecekler. Sorgulayacaklar. Sorumluluk hissedecekler. Hayatlarını sadece salt kendi çıkarları üstüne oturtmamaları gerek. Böylesi bir hayatın anlamı yok. Bizim büyüklerimiz emek en yüce değerdir diyerek büyüttü. En önemli mesele cehaletten kurtulmamız, nasıl kurtulacağız bilmiyorum ama. Bu eğitim sistemiyle daha cahil bir toplum olacağız büyük ihtimalle. Bu gidiş onu gösteriyor.
Umudunuz yok mu? Mutsuz musunuz?
Mutlu olmanın pek olanağı yok. Yani insansan üzüntünü çekiyorsun, acı çekiyorsun. Bazı küçük şeylerden mutlu oluyoruz işte. Diyelim seyircimiz ayağa kalkıp bizi alkışladı. Sürekli mutlu olmanın da bir anlamı yok herhalde. Umut da her zaman olmalı. Umutsuz bir hayat düşünülemez. Yani geldikleri gibi gideceklerine inanıyorum. Ama zamanını bilmiyorum. 
İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey adaletle kaimdir- Mustafa Kemal Atatürk
(Antalya Life 84.sayıdan)


7 Ağustos 2016 Pazar

İnsanları 'bez'diriyorlar!

Dilimize 'mobbing' olarak geçen işyerinde şiddet olayından muzdarip olmayan kalmadı. İnsanların her an öfkeli, sinirli olması iş yaşamına da yansıyarak, psikolojik şiddetin ve baskının önünü geçilemez kıldı

Günlük hayatımızın büyük bir kısmı çalışarak geçiyor. Çok yaygın bir işyeri sorunu olan mobbing de hayatımızı direkt ve çok fazla etkiliyor. Mobbingin (işyerinde psikolojik taciz) kelime anlamı, psikolojik şiddet,baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermektir. Türk Dil Kurumu, mobbing kavramının karşılığı olarak  'Bezdiri' kelimesini belirlemiş ve bezdiriyi İş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürme olarak tanımlamıştır. Gündemden hiç düşmeyen 'mobbing' olayını detaylarıyla ele aldık. mobbing şiddete sadece çalışanlar mı maruz kalıyor? mobbinge uğradığınızı nasıl kanıtlarsınız? Haklarınızı biliyor musunuz?..


KANITLAYIN!
Ofiste bitmek bilmeyen bir mobbing altında mı çalışıyorsunuz? Bunun sizi susturmasına izin vermeyin. Şiddet olaylarının artması durumu o kadar normalleştirdi ki insanlar mobbing şiddete uğradığını dahi fark edemeyebiliyor. Farkına vardığında ve dayanılmaz bir noktaya geldiğinde ise 'durumu nasıl kanıtlayacağım?, hakkımı nasıl arayacağım?' gibi soru işaretleriyle karşı karşıya kalıyor. Hukukun genel kuralları gereği, psikolojik şiddete maruz kalıyorsanız, maruz kaldığınız eylem ve davranışları somut belgelerle ya da tanıklıklarla ispat etmek zorundasınız. İşyerinde sizi küçük düşürecek herhangi bir harekete maruz kalmanız haminde hemen tutanak tutularak, işyerindeki kişilerin de tanık olduklarına dair imzalarının alınması önemli. Ayrıca mobbinge uğramanız sonrasında tıbbi veya psikolojik yardım almanız da mahkeme de mobbingin ispatına yarayan önemli delillerden biridir. İşyerinde aynı anda birden fazla kişiye de mobbing uygulanabilir. Böyle bir durumda, grup halinde hareket ederek, müracaatların birlikte yapılması ispatı kolaylaştıracaktır.  

NASIL ANLAYACAKSINIZ?

Mobbing tespitinin yapılabilmesi için 6 aylık bir süreçten bahsediliyor. İşyerlerinde uygulanan mobbing, sistematik bir baskı ile ortaya çıkar. Bu baskının tespit edilmesi için 6 aylık bir süre öngörülüyor.  İş ortamında yaşanan her anlaşmazlık mobbing olarak değerlendirilmemeli. Olaya mobbing olarak bakılabilmesi için davranışların ayda birkaç kez tekrarlanması, birbiri ardına birtakım evreler içinde geçmiş olması ve bunun tekrarlama sıklığı ve uzun süre devam etmesi ve davranış tarzlarının kişiye kötü muamele şeklinde olması gerekiyor.

MOBBİNGE ÖNLEM ALINABİLİR Mİ?
Şiddetten bıktığınız halde ne yapacağınızı bilmiyor olabilirsiniz. Gelecek kaygınız, iş bulamama endişesiniz sizi içinde bulunduğunuz kötü durumda mutsuz etmeye devam edebilir. Böyle bir durumda size mobbing uygulayan kişiye açıkça bu davranışlarını sona erdirmesini söyleyebilirsiniz. Bu konuşmayı yaparken, başka bir kişiyi de bu görüşmeye tanık edebilirsiniz. Mobbingin her zaman yöneticiler tarafından uygulanmadığı biliniyor. İş arkadaşlarınızla bu tip bir sorun yaşadığınızda çalıştığınız kurumdaki yetkililerle bu durumu paylaşmalısınız.  

HAKLARINIZI BİLİYOR MUSUNUZ?

Anayasamızda psikolojik tacizi doğrudan içeren bir hüküm bulunmuyor. Ancak psikolojik tacizin ulusal ve uluslararası hukukta kişilik hakları temelinde değerlendirildiği dikkate alınarak Anayasa’daki bu haklara ilişkin düzenlemelerin olduğunu biliyoruz.
* Anayasamızın “Devletin Temel Amaç ve Görevleri” başlıklı 5’inci maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları sağlamak” devletin görevleri arasında sayılmıştır.
* 10’uncu maddede, “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine yer verilmiş ve devletin bu eşitliği sağlamak üzere gerekli tedbirleri alacağına vurgu yapılmıştır. “Herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilemez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu” 12’nci maddede düzenlenmiş ve yine “herkesin yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu” 17’nci maddede vurgulanmıştır.
* İş Kanunu hükümlerinde doğrudan psikolojik taciz kavramına yer verilmemiş olmakla birlikte; Eşit davranma ilkesi (Madde 5), Çalışma koşullarında değişiklik ve iş sözleşmesinin feshi (Madde 22), İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri (İş sağlığı ve güvenliği konusunda) (Madde 77), kapsamında konunun değerlendirilmesi mümkün görünmektedir.
* Mevzuatımıza ilk kez Türk Borçlar Kanunu ile giren psikolojik taciz ifadesi “İşçinin kişiliğinin korunması” başlığı altında düzenlenmiştir. Bu hükümle işçinin işyerindeki psikolojik tacizlere karşı hukukî güvence altına alınması konusunda önemli bir adım atılmıştır. İşverenin bu maddeye aykırı davranışları sonucu ortaya çıkan zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi tutulmuştur.
 * Psikolojik taciz, Türk Medenî Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte; “Dürüst Davranma” başlıklı 2’nci maddesindekiHerkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır” şeklindeki temel ilkeden başlayarak; kişiliği vazgeçme ve aşırı sınırlamaya karşı koruyan 23’üncü madde, saldırılara karşı koruyan 24’üncü madde ve bu konuda açılacak davaları düzenleyen “Davalar” başlıklı 25’inci madde kapsamında ele alınabilmektedir.
 Türk Ceza Kanunu’nun amaçları arasında yer alan “kişi hak ve özgürlüklerinin korunması” kapsamında, psikolojik tacize konu eylemlerin işleniş biçimleri ve sonuçlarına göre her biri ayrı ayrı değerlendirilmek üzere 96. maddesindeki eziyet, 105. maddesindeki cinsel taciz, 106. maddesindeki tehdit, 107. maddesindeki şantaj, 117. maddesindeki iş ve çalışma hürriyetinin ihlali, 122. maddesindeki ayırımcılık, 125. maddesindeki hakaret, 123.maddesindeki kişilerin huzur ve sükununu bozma, 124. maddesindeki haberleşmenin engellenmesi, 132. maddesindeki haberleşmenin gizliliğini ihlal, 133. maddesindeki kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, 134. maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal, 135. maddesindeki kişisel verilerin kaydedilmesi TCK’da suç olarak sayılan fiiller arasında yer almaktadır.


Alo170

Çalışma hayatı ve sosyal güvenlik hakkında her türlü, ihbar, şikayet, öneri ve taleplerin çözüme kavuşturulması amacıyla kurulan Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi Alo 170'i arayarak yardım alabilirsiniz.


PATRONLAR DA MOBBİNGE UĞRUYOR
İşyerinde mobbing denildiği zaman durumun tek taraflı düşünülmesi patronlara, yöneticilere, müdürlere uygulanan mobingi görünmez kılıyor. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Davut Çetin de daha önce bu konu hakkında açıklama yaparak şu ifadeleri kullanmıştı: "Bazı çalışanlar da patronlar üzerinde mobbing yapıyor. Sayıları az da olsa bazı çalışanlar, fazla mesai ücreti, tatil ücreti, iş akdi feshi konularında biraz kötü niyetle, mevzuatı kullanarak işverene adeta taciz uyguluyor. Yani patrona da mobbing yapılıyor." Daha önce ekip arkadaşları olan ve sonrasında terfi ederek yönetici olanların eski çalışma arkadaşları tarafından mobbinge uğradığı bilinen bir durum. Çalışanların yöneticilerine mobbing uygulama nedenleri çok çeşitlilik gösteriyor. Çalışanlara kendi yöneticilerine neden mobbing uyguladıklarını sorduğumuzda yöneticilerini yeterli vasıfta görmediklerini ve bu yüzden mobbing yaptıklarını da söyleyebiliyorlar. Mobbingin alışkanlık ve olması gereken bir durum olduğuna inananların sayısı da anımsanmayacak kadar fazla. Yeni gelen yöneticilerinden kendilerine mobbing yapmasını bekleyen çalışanlar, mobbinge maruz kalmayınca yöneticilerinin zayıf olduğunu düşünüp onlar yöneticilerine karşı taarruza geçiyor. Çalışanların ve yöneticilerin karşılıklı olarak bu durumu beslemeleri mobbingi ortadan kaldırmayı zorlaştırıyor.

(Antalya Life 82. sayıdan)


30 Temmuz 2016 Cumartesi

Kendi uyanışınızı kendiniz yapın!

Hakan Mengüç, Türkiye’nin kişisel gelişim ve koçluk alanında takip edilen bir numaralı ismi. Uyanışının merak ederek başladığını anlatan Mengüç, “Yapmaya çalıştığım, kişilerin benim hikayemi duyduğunda benim onların arkasında olduğumu hissetmeleri. Bunu hissettiklerine onlara bir güç geliyor. ‘Bana benzer olaylar yaşamış. Ben de yapabilirim’ diye düşünüyorlar” dedi
***
İnsanların içindeki potansiyeli fark ederek enerjilerini doğru şekilde kullanmasına yardımcı olan Yaşam Koçu ve psikanalist Hakan Mengüç, “İnsanlar bilmediğine karşı. Ben de öyle yetiştim ama, karşı olduğun bir şeyi aşıp ondan zevk aldığında o zaman bu güzel bir şeymiş diyorsunuz. Kalıbınızdan gittikçe çıkmaya çalışıyorsunuz” dedi. İnsanların daha önceden korktuğu ama artık spritüel konuları merak etmeye başladığı belirten Mengüç, bunun sebebini ise şöyle açıkladı: “Diğer bütün yöntemleri deneyip bir sonuç alamadılar. Bu alanlara yöneldiler.”  İnsanların değişebileceğine inandığını söyleyen Mengüç, “ben en dibi yaşadım ve değiştim. İstediğiniz her şeyi başarabilirsiniz. Sadece sizi ona inandırmamışlar” diye konuştu.

Sizce insanlar neden mutsuz?
Mutsuzluğun birçok sebebi var. Birinci olarak hayatta amaçları yok. Bir hayat amacın yoksa sabah neden kalkıyorsun ki? Kişinin temel bir amacı yoksa boşluk hisseder. İkinci neden de genelde ilişkilerdir. Erkekler genelde amaçları olmadığından mutsuz oluyorlar. Kadınlar da genelde erkeklerden dolayı mutsuz oluyorlar.

TAŞLARI ATIN, ANI YAŞAYIN
Anı yaşa söylemi hayatın içinde insanların ağızlarından düşürmediği bir cümle. Ama ne kadar anı yaşayabiliyoruz?
Geçmişe çok takılıyoruz. Anı yaşamak o kadar da kolay bir şey değil ama. Anı yaşa demekle olmuyor. Sırt çantası düşünün. Geçmişte yaşadığımız her olayı bir taş olarak düşünürsek, onları sırt çantamıza atıyoruz. Ve onları boşu boşuna taşıyoruz. Ve siz sırtınızda 30 tane taş varken sahilde yürümenin tadını çıkaramazsınız. Anı yaşayamazsınız. Çünkü sırtınızda taşlar vardır, ve siz o ağırlığı düşünürsünüz. O taşları atmadan anı yaşayamazsınız. İlk önce taşlarınızı atmalısınız.
Taşları nasıl atabiliriz?
Terapi yolları vardır. Bilinçaltında bazı olayları temizleme, rahatlama yöntemleri var. Terapilere atılabilir. Zen’in iki kolu vardır. Şuanda kalmak üzerine çalışır. Mesela çay seremonileri vardır. Biz hep gelecek odaklı yetiştiriliyoruz. Zen eğitimlerinde, ben de geçmişte aldım. Mesela bir çay geliyor. Kimse konuşmuyor. Çayın sıcaklığını hissediyorsunuz, buharını izliyorsunuz. İçerken boğazından geçişini, midenden geçişini her şeyi hissediyorsun. Bu size tekrardan hissetmeyi öğretiyor. Hayatında bunu hiç tatmamış birine anlatamazsınız.
İNSANLAR BİLMEDİĞİ ŞEYE DÜŞMANDIR
İnsanlar spirütüel konulara niçin bu kadar mesafeli? Günümüzde bu mesafe biraz daha kırıldı. Bunun sebebi insanların mutsuzluklarına çözüp arayıp bulamaması ve en son olarak spirütüle yönelmesi olabilir mi?
İnsanlar neden yabancı? Çok güzel bir söz var. İnsan, bilmediği şeye düşmandır. Bu bilinçaltının ilk kuralıdır. Yeni bilgileri kendine kapatır. Çünkü yeni bilgi, risk demektir. Tehlike de barındırabilir. Dikkat edin, Dünya’nın her yerinde din de bile böyledir. Mesela ‘ben çok iyi müslümanım’ diyip, Kuran’ı okumayan insanlar var.  Çünkü insanlar genelde onlara ne aktarılıyorsa, o aktarılanla hayatına devam ediyor. Yeni bir bilgi öğrenmek istemiyor.  O yüzden spirütüele kapalı. Çünkü aileden, çevreden bunu görmemiş. Ama birgün öyle bir noktaya geliyor ki, acı eşiği dediğimiz. O zaman ilgi duymaya başlıyor. Karşı olduğunuz bir şeyi aşıp, ondan zevk almaya başladığınızda o zaman bu güzel bir şeymiş diyorsunuz. Kabuğunuzdan gittikçe çıkmaya çalışıyorsunuz.
İnsanlar daha önceden korktukları şeyi artık merak ediyorlar. Kabuklarını kırdılar. Merakın sebebi sizce ne?
Çünkü, diğer bütün yöntemleri deneyip bir sonuç alamadılar. Bu alanlara yöneldiler. Bu alanda tabiki tehlikeli. Bilen var, bilmeyen var, biliyorum diyen var… Bunun ayrımını insanlar normalde yapamaz. Ama mevcut yöntemler insanlara bir fayda sağlamadığı için.
İnsanlar ne zaman değişir?
İnsanlar normalde değişimi sevmezler ama bir gün gelir değişirler. Bununla ilgili güzel bir hikaye anlatayım sizlere: Birgün bir köpek inliyormuş. Yoldan geçen adam da sahibine bu köpek neden inliyor diye sormuş. Sahibi de çünkü bir çivinin üstünde oturuyor demiş. Adam, köpeğin neden kalkmadığını sormuş. Sahibi de, demekki yeterince acıtmıyor diye cevap vermiş. İşte biz de yeterince acı çektiğimiz zaman değişiyoruz.

‘BENCE EN İYİ YAŞAM KOÇU…’
Herkesin yaşam koçuna ihtiyacı var mı?
Bence en iyi yaşam koçu, insanın en samimi arkadaşlarıdır. Onu tüm kusurlarına rağmen seven ve yanında olan kişidir yaşam koçu. Ama arkadaşları dahi ona bir şekilde çözüm bulamıyorsa bir profesyonelden yardım almasını öneririm. Ama ben herkesin yaşam koçuna ihtiyacı olması gerektiğini düşünmüyorum. Ağır travmaları yoksa şayet. Ama vakti ve imkanı varsa tabiki, yaşam koçunun olmasının hiçbir zamanı olmaz.
Peki siz mutsuz olduğunuz zaman?
Ben şunu kabul ediyorum. Bu hayat, inişli çıkışlı. Biz hep kafamızda çok güzel tablolar hayal ediyoruz. Beyaz atlı prens gelecek. Herşey çok güzel olacak gibi. İlk önce şunu kabul etmeliyiz. Hayat hep inişli çıkışlıdır. Mutsuz da olabilirim, kötü bir haber de alabilirim. Benim kontrolümde değil ki. Çok sevdiğim birini kaybedebilirim. Önemli olan benim bu olaya ne tepki verdiğim, nasıl yorumladığım. Ben olayları olumlu yorumlama konusunda eğittim kendimi. O yüzden insanlar kadar belki mutsuz olmuyorum. Biz de bunu öğretiyoruz zaten. Şöyle bir şey söyleyeyim. Birinin ayağı takılır, küfretmeye başlar herkese. Diğerinin ayağı takılır, derki ben şunu biraz kenara ittireyim, başkasının ayağı takılmasın der. Sonrasında da birçok insana yardımcı oldum diye düşünür ve mutlu olur. İkisi de aynı olayı yaşamıştır. Yorumlama biçimi sizin ne hissedeceğinizi belirler. Yaşadığın olay değil; yaşadığın olaya verdiğin anlam hissinizi oluşturur. Biz yorumlamaya öğretiyoruz.
Bu yöndeki uyanışınız nasıl oldu?
 Uyanışım merak ederek başladı. Sonra okumaya başlıyorsun. Kendi sorunların olacak bir kere. Sorunun yoksa aramıyorsun bu tip çözümler. Benim sorunların vardı. İnsanlarla iletişime korkuyordum. Mesela üniversitede hoca sahneye çıkardı bir konuşma yapmamı istedi. Orada heyecandan ölecektim. Halbuki 20 kişi var ve tanıyorum o kişileri. Elim ayağım titredi. Sonra dedim ki: Ne oluyoruz? Sonra bir yolculuk başladı, ve yolculuk hiç bitmiyor… Şimdi bin kişinin karşısında bir kişiyle konuşuyormuşum gibi konuşabiliyorum. Ama bunu neden zevkle ve inanarak anlatabiliyorum biliyor musunuz? Çünkü, ben en dibi yaşadım ve değiştim. Bu yüzden insanların da değişebileceğine inanıyorum. İstediğiniz her şeyi başarabilirsiniz. Sadece sizi ona inandırmamışlar.
Yapmaya çalıştığım; kişilerin benim hikayemi duyduğunda benim onların arkasında olduğumu hissetmeleri önemli. Bunu hissettiklerinde onlara bir güç geliyor. ‘Bana benzer olaylar yaşamış. Ben de yapabilirim’ diye düşünüyorlar.

Mutluluğun formülünü yazmıştınız. Mutlu olmak kolay mı?
Aslında çok zor değil. Ama biz işleri çok karmaşıklaştırıyoruz. Doğru soru mutlu muyum, değil miyim değil; huzurlu muyum sorusu olmalı. Çünkü mutluluk bir koşula bağlı. Ama huzur genele yayılmış bir şeydir. Zihin, ruh hali durumudur. Neyle karşılaşırsanız karşılaşın, vardır bir hayır dersiniz.
Huzurlu musunuz? 
Huzurluyum.
Ney üflemeye nasıl başladınız?
Küçük yaşlarda tasavvufla ilgilenmeye başladım. Tasavvufla ilgilenmek Ney’i öğrenmemi de sağladı. Ney’in, insanı dinlendirici, insanın ruhunu dinginleştiren bir şey.  O yüzden çok seviyorum, hergün de üflüyorum.
İnsanlar hipnoz olmaktan neden korkuyor?
İki sebepten; ilki, kontrolü bir başkasına vermek istemiyorlar. Bu çok önemli bir şeydir. Diğeri ise bilinçaltından ne çıkacak diye korkuyorlar. Yine aynı şeye geliyoruz aslında. Bilmediğimizden korkuyoruz.  Hipnoz bize televizyonda anlatıldığı gibi değil. Bir çeşit meditasyon. Meditasyonun farklı bir versiyonu. Hipnoz, hayatın içinde de var. Konuşurken birbirimizi hipnoz edebiliyoruz.  En büyük hipnoz televizyon. Saatlerce bir insanı karşısında tutuyor.
Merakla beklenen kitabınız ne zaman çıkıyor?
Ekim’de çıkacak. İlişkilerde yaşanan bütün problemleri anlatan bir kitap olacak. Uzmanlık alanlarımdan biridir. Aşk acısı neden çekeriz, nasıl unuturuz, aşk acısının yararları var mıdır, Kaçan kovalanır mı, neden sevmediğimiz halde ilişkimizi bitiremiyoruz… Bütün bu konuları anlatacağım.
Şansa inanır mısınız?
Şans, fırsatlarla hazırlıklı olarak karşılaşmaktır.
   
(Antalya Life 82.sayıdan)