Yogayla ilgili tüm bildiklerinizi unutun. Yoganın spor ötesi bir çalışma olduğunu üstüne basa basa söyleyen Yoga Eğitmeni Esin Yıldırım Çuha, yogayla ilgili yargıların bilgisizlik ve deneyimsizlikten kaynaklandığına dikkat çekti. Esin Yıldırım Çuha ile hem yoga yaptık, hem yogayı konuştuk...
Yoganın bir spordan çok daha fazlası olduğunu söyleyerek konuşmaya başlayan Yoga Eğitmeni Esin Yıldırım Çuha, yoganın bütün hayatınızı etkileyecek bir çalışma olduğuna dikkat çekiyor. Herkesten yogayla ilgili önyargılarını kırmasını isteyen Çuha, “İnsanların, kulaktan dolma bilgilerle önyargılı olmak yerine, deneyimleyerek hayatlarının nasıl değiştiğini görmelerini isterim. Bu yüzden herkes yoga yapmalı” diyor. Yogabalance’ın kurucusu ve aynı zamanda Yoga Eğitmeni / Nefes Terapisti Esin Yıldırım Çuha, yoganın hayatınızda farklı bir dönem başlatacağını Antalya Life okurları için anlattı…
İnsanlar neden yoga yapmaktan çekiniyor bu önyargıların sebebi sizce ne?
Önyargıların sebebi, yoganın yeterince bilinmemesi, yoga hakkında gerçek ve yeterli bilgiye sahip olunmaması.
SPORDAN DAHA FAZLASI
Yoga için sadece spor diyebilir miyiz yoksa bir spordan çok daha fazlası mı?
Diyemeyiz. Bana bir spor dalı söyler misiniz hem nefesinizi düzenlesin hem tüm vücut sistemlerinizin çok daha iyi çalışmasını sağlasın, beyin fonksiyonlarını güçlendirsin, eklemleri ve kasları esnetirken, aynı zamanda tüm kasları güçlendirsin. Olumlu kişisel özelliklerinizi geliştirirken psikolojik rahatsızlıklara iyi gelsin. Hem kontrolünüzü sağlasın hem de zayıflatıp sizi fit yapsın. Zihni sakinleştirerek, günlük hayatınızı, iletişimlerinizi daha iyi hale getirsin. Verdiğim cevaptan da anlıyoruz ki bir spordan çok daha fazlasını yogada buluyoruz.
Kilolu olmamız veya yaşımız yoga yapmamıza engel mi?
Kesinlikle değil. Bu yine yogayı yeterince bilmememizle ilgili söylenen ve doğru zannedilen bir yanlıştır. Ne fazla kilolarınız ne de yaşınız ve aynı zamanda dini inancımız da yoga yapmanıza engel değildir. Herkes yoga yapabilir.
Yoga dendiğinde sadece oturduğumuz ya da imkansız olarak düşündüğümüz zorlu duruşların yapıldığı gibi bir algı var. Yoga çalışmalarınızı kısaca özetler misiniz?
Aslında yoga sekiz basamaktan oluşan kişisel gelişim sistemidir. Eğer Yoga dendiğinde aklınıza bağdaş pozisyonunda oturan biri geliyor ise yoganın dhyana denilen meditasyon basamağından ya da daha da doğrusu yüzlerce meditasyon tekniğinin bir tanesinden bahsediyorsunuzdur. Eğer yoga dediğinde; aklınıza bizim poz, duruş ya da Sanskritçe ismi ile asana dediğimiz pozisyonlar geliyor ise siz yine yoganın üçüncü basamağı olan asanalardan bahsediyorsunuz demektir. Bunlar sadece, sekiz basamaktan oluşan, evrensel bir kişisel gelişim sistemi olan matematik, fizik gibi formül ve tekniklere dayanan, dinlerle ilgisi olmayan; bilinen en eski dinden bile daha eski olan muhteşem bir uygulama, etkili tekamül aracı olan yoganın sadece ve sadece üçüncü ve yedinci basamaklarıdır ve bütünsel bir çalışma olan yoganın sadece iki organıdır.
AMACIMIZ TEKAMÜL
Bu sekiz basamak nedir? Kısaca açıklamak mümkün mü?
Deneyelim. Bir tarlamız var diyelim: ağaç yetiştirmek istiyorsunuz. Güzel bir sonuç almak için ne yaparsınız? Ağacı yetiştireceğiniz topraktaki taşı, yabani otları temizleyerek yumuşatır, havalandırırsınız. Ondan sonra tohumu eker üstünü yine yumuşak bir toprakla itinayla kapatır ve tohumun filizlenmesi, yeşermesi, mevcut olan potansiyeline ulaşabilmesi için ona özenle bakmaya başlarsınız.
Yogadaki yoga ağacı kavramı buradan gelir. Ağacın kökü birinci basamak olan yama evrensel eylem kontrolü, gövdesi ikinci basamak olan niyama kişisel eylem kontrolüdür. Ağacın dalları üçüncü basamak asanalar yani pozlar, dallardaki yapraklar dördüncü basamak nefes teknikleri ve prananın kontrolünü sağlayan pranayamadır. Yani enerjinin kontrolü. Ağacın gövdesi ve tüm dalları kabukludur, kabuk olmazsa ağaç zarar görür, ağacın kabuğu yoganın beşinci basamağı olan pratyahara yani duyu kontrolüdür. Ağacın öz suyu ya da besi suyu dediğimiz bölümü ise, altıncı basamak olan dharana yani konsantrasyona karşılık gelir. Ağacın çiçekleri yedinci basamak dhyana daha bilinen Türkçe karşılığı ile meditasyondur. Meyveleri ise nihayi amaç olan sekizinci basamak samadhi yani üstün konsantrasyondur. Ağaç kavramını düşünürsek nasıl ancak sekiz bölümün bir araya gelmesi ile sağlıklı bir ağaç olabiliyor ise, eğer yaptığınız uygulama sekiz basamağı içeriyor ise onu yoga olarak adlandırabiliyoruz. Ve en yüksek faydayı, yaşamın tüm boyutlarına yayılmış tamlık, bütünlük hissini deneyimleyebiliyoruz.
Sekiz basamağın her biri aynı öneme mi sahip?
Aslında öyle. Her bir basamak çalışmanın önemli bir kolu ama kökler çok önemli, kökler sağlam değilse, ağacın diğer bölümlerini besleyemez. Eğer gövde sağlıklı olmazsa ağaç yine büyüyemez.
Bu yüzden de yama ve niyama basamakları yoga çalışmalarının temelini oluşturur, bu prensiplerinin yaşama geçirilmesi ile negatif düşünce ve davranış modellerinin fark edilip, değiştirilmesi; farkındalığın artmasını, bilincin genişlemesini ve enerjinin artmasını sağlar.
Evrensel prensipler üzerine çok uzun konuşulabilir. Yama prensipleri beş nitelikten oluşur; şiddetsizlik, dürüstlük, hırsızlıktan çekinme ya da çalmama, tensel zevklerin kontrolüdür. Niyama prensipleri ise; saflık ya da temizlik, yetinme ya da halinden memnun olma, ateşi çaba, kendini eğitme, mutlak ve kutsal olanı algılamadır. Sanırım en kısa bu şekilde anlatılabilir.
Diğer altı basamak, zihinsel, bedensel, ruhsal sağlığımızı hızla güçlendirirken; yama ve niyama prensiplerinin uygulanmasını kolaylaştırır ve bireyi stabil hale getirir. Bu da bizi daha sağlıklı, güçlü, dengeli kılar.
İnsanlar neden yoga yapmalı?
Sağlıklı kalmak, sağlıklıları geri kazanmak için, kronik rahatsızlıklara yakalanmamak için, sağlıklı yaş almak için, geçmişin travmalarından kurtulmak, gelecek ile ilgili endişelerden kurtulmak için, bolluk bereket için, iş yaşamında huzur ve başarı için, nitelikli sevgi ve aşk kaliteli ilişkiler için… Sizi aslında bloke eden, kısıtlayan tüm inanç kalıpları, düşünce biçimleri ve davranış şekilleri için özgürleşmek için yoga yapmalı sanırım yeterince saydım :)
‘YOGA YAPAN ERKEKLER DAHA ÇEKİCİ’
Erkeklerin yogayı kadın sporu olarak algıladıklarını düşünüyor musunuz?
Sanırım yoganın spor ötesi bir çalışma olduğunun altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. Evet, böyle bir kanı maalesef var, bu yine bilgisizlikten ve deneyimsizlikten kaynaklanan bir yargı. Bugüne kadar bir sürü erkek öğrencimiz oldu ve belki bazıları onları sevenlerin zoru ile derse katıldı, bizde uygulanan dersler ile ilk ders sonu bu yargı kaybolur ve yerini olumlu görüşlere bırakır. Sık duyduğum cümlelerden biri de "biz yogayı böyle bilmiyorduk" olur. YogaBalance’da her yaş grubundan erkek öğrencilerimiz var. Bazı saatlerde erkek öğrencilerimiz, bayan öğrencilerimizden bile fazla olur. Öğrencisi, pilotu, müteahhidi, iş adamı, öğretmeni her yaştan ve her meslekten kişiler olabiliyor. Modern dünya ve özellikle günümüz Türkiye koşullarının çok da kolay olduğu söylenemez; artan şiddet ve terör olayları, kriz, zorlaşan iş ve özel ilişkiler vs. kendimizi güçlü tutmak, desteklemek, dayanıklılığımızı artırmak için bir metod, bir yol bulmamız gerekiyor. Bizi güçlü tutarken, yan etkiler yaratmayan, sağlıklı, doğal bir metod. Bu yüzden erkekler yoga yapmalı. Bu arada yapılan araştırmalar gösteriyor ki; kadınlar yoga yapan erkekleri çok çekici buluyorlarmış, durum böyle, erkeklere duyurulur.
Bir yandan yogayı merak eden bir taraftan da yoga yapmaktan çekinen kişilere mesaj vermek ister misiniz?
Lütfen çekinmesinler, rahat olsunlar. Olumsuz bir yoga deneyimini önlemek için ders yapacakları salonları, eğitmenleri iyi tespit etsinler, yogayı paravan olarak kullanan misyonerliğe soyunmuş yerlere ve kişilere dikkat etsinler. Yoga muhteşem bir kişisel gelişim sistemidir, tadını çıkarsınlar.
YogaBalance olarak verdiğiniz hizmetler nelerdir?
Stüdyomuz da çeşitli yaş ve her seviye ye göre herkes için yoga dersleri yapabiliyoruz. Hamileler için yoga, çocuklar için yoga, anne bebek yogası, ileri yaştaki kişiler ile yoga çalışmaları vs. mat pilates ve reformer pilates derslerimiz var. Genellikle şehir dışından; alanında kabul görmüş, faydası olacağını düşündüğümüz kişiler ile sertifika programları ve workshoplar düzenleyerek Antalyalıları ünlü eğitmenlerle buluşturuyoruz. Yine dersleri benim yaptırdığım "Gerçek Yaşam, Gerçek Denge" adını verdiğim yoga kampları düzenliyoruz. Özel bir hastanenin onkoloji bölümünde de ders vermeye devam ediyorum.
HUZUR BURADAN GELİYOR
Yoga yaptıktan sonra kendimizi dingin ve huzurlu hissetmemizin sebebini açıklar mısınız?
Yoga yaparken maddi ve enerjetik bedeniniz üzerinde çalışırsınız. Artan oksijen, iç organlara uygulanan masajın etkileri, rahatlayan kardiyovasküler sistem ve diğer tüm vücut sistemleri; sinir sistemi, sindirim, boşaltım vs… Kaslar ve eklemler esner. Güçlenir, rahatlar. Maddi düzeyde bunlar olurken; bedendeki enerji azlığına, hastalığa sebep olan enerjetik blokajlar giderilir ve enerji artırılır. Yoga tekniklerinin de yoga ile zihinsel enerji alanı arındırılır, güçlendirilir, zihin kontrolü sağlanır. Detoks, botoks etkileri gösterir. Bizler ruh, beden, zihinden oluşan varlıklarız. Bu unsurlardan herhangi birinde oluşan sıkıntı diğerini de etkiler, oluşan herhangi bir olumlu gelişme, iyileşmede aynı şekilde diğerlerini etkiler. Kendimize bir bütün olarak bakmalı ve üçü üzerinde çalışarak gerçek bir dengeyi sağlayabileceğimizi unutmamalıyız. Yogada uygulanan teknikler ile bu zorlamadan, kendiliğinden gerçekleşir ve siz tek bir yoga dersinin sonunda bile rahatlamış, dingin ve huzurlu olarak mattan kalkarsınız. Bunun sebebi kendin için yapabileceğin en güzel uygulamayı yaptın, sen yoga yaptın, seni bütünlüğe götüren, mutlak ile bağlantıya geçiren muhteşem bir uygulama yaptın, dinginlik, huzur buradan geliyor.
28 Ağustos 2016 Pazar
21 Ağustos 2016 Pazar
Bu bir adalet savaşıdır
Atatürk’ün ‘İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey
adaletle kaimdir’ sözündün esinlenerek ‘Adalet, Sizsiniz’ oyununu kaleme alan
Ümit Denizer, ‘Adalet, Sizsiniz’in oyuncuları Taner Barlas ve Rutkay Aziz ile
Türkiye’deki sanat ve adalet üzerine konuştuk
3 yıldır sahnelenen ‘Adalet, Sizsiniz’, Antalya’da
92. gösterimini yaparak yaklaşık 40 bin seyirciye ulaşmış oldu. Repliklerin sık
sık alkışlarla kesildiği oyunda final sahnesiyle birlikte alkışlar daha artarak
tavan yaptı. 3 tarihi olayın anlatıldığı oyunda, Sokrates’in Atina’da
siyasetçiler tarafından ölüme mahkum edilmesi, Galileo’yu’nun kilise tarafından
mahkum edilmesi ve Amerika’daki burjuva hukukun mahkum ettiğini İtalyan göçmen
işçinin yaşadıklarını anlatan Yazar Ümit Denizer, “Bu oyunu Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘İstiklal,
istikbal, hürriyet, her şey adaletle kaimdir’ sözünden yola çıkarak
yazdım. Finalde Rutkay Aziz, ‘bu bir
adalet savaşıdır. Binlerce yıldır süregelen. İstiklal, istikbal ve hürriyet
ancak adaletle yaşar” diyor. Bu yüzden ‘Adalet, Sizsiniz’ diyoruz seyirciye”
diye konuştu.
ÜMİT DENİZER
Oyunu yazma fikri nasıl oluştu? Neden ‘Adalet,
Sizsiniz’?
Oyunu 2011 yılında yazmaya başladım ama 2012 yılında
son halini aldı oyun. O dönemde ülkemizde ergenekon, balyoz, oda tv davalarına
tanıklık ediyorduk. Bu durum isyan
ettirdi beni. Elimden gelen işle cevap verdim. İşte bu oyun çıktı ortaya.
‘6 ÖDÜLÜMÜZ VAR’
Oyun
sahnelenmeye başlamadan ödül aldınız. Nasıl geliştiğini anlatır mısınız?
Oyunu yazdım. Kim oynar diye düşünürken bir oyun
yarışması olduğunu gördüm gazetede.
Oraya gönderdim. Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü. 2 yılda bir yapılıyormuş.
Ve her yıl da konu değişiyor. Oraya gönderdim. Sonra öğrendim ki 54 oyun metni
katılmış yarışmaya. 54 metin içinden birinci seçmişler. Daha oyun sahnelenmeden,
okuyarak çok beğenmişler ve ödül verdiler. Bayağı kalabalık bir dinleyici
karşısında ödül aldık. Oyunumuz sahnelendikten sonra da önemli ödüller aldık.
Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde jüri özel ödülüne layık görüldü oyunumuz.
Lions Kulüp her yıl ödül verir. Yılın en iyi oyunu ve yılın en iyi sahne
tasarımı ödülü verdi. Direklerarası Seyircileri Derneği var. Türkiye’de
örgütlüler, profesyonel eleştirmen değiller. Tiyatro severler olarak sahnelenen
oyunları takip edip ödüllendiriyorlar. Anadolu şehirleri de dahil buna. Dernek,
en iyi özgür temalı oyun ödülünü verdi.
ADALETE
İHTİYAÇ OLAN HER YERDE OYNANACAK
92. oyununuzu
Antalya’da oynadınız. İzleyiciyi nasıl buldunuz?
Çoğu diyalog alkışlarla karşılandı. Finalde tüm salon ayağa kalkıp alkış yağmuruna tuttu. O kadar güzel bir manzara ki… Bazı oyunlarda seyirci gerçekten ayağa kalkma ihtiyacı duyar. Bu oyun da tesadüfen bütün seyirciyi ayağa kaldırıyor. Miting gibi bitiyor. Çok hoşuma gidiyor. O kadar gösterim yapıldı, hala coşkuyla seyrediliyor, eskimiyor. Adalete ihtiyacı olan her yerde oynanacak bir oyun diye düşünüyorum. Antalya’daki gösterim 92. Gösteri. 100 gösteri İstanbul’da tamamlanacak ve tiyatrodaki güzel geleneklerden biri olarak tören düzenlenecek.
Çoğu diyalog alkışlarla karşılandı. Finalde tüm salon ayağa kalkıp alkış yağmuruna tuttu. O kadar güzel bir manzara ki… Bazı oyunlarda seyirci gerçekten ayağa kalkma ihtiyacı duyar. Bu oyun da tesadüfen bütün seyirciyi ayağa kaldırıyor. Miting gibi bitiyor. Çok hoşuma gidiyor. O kadar gösterim yapıldı, hala coşkuyla seyrediliyor, eskimiyor. Adalete ihtiyacı olan her yerde oynanacak bir oyun diye düşünüyorum. Antalya’daki gösterim 92. Gösteri. 100 gösteri İstanbul’da tamamlanacak ve tiyatrodaki güzel geleneklerden biri olarak tören düzenlenecek.
Finalde de
‘Adalet, Sizsiniz’ diyerek bitiriyorsunuz…
Evet, oyunun final cümlesinde seyirciye ‘Adalet,
Sizsiniz’ diyoruz. Yani herkesin sahip çıkması gerekiyor adalete. Ancak öyle
sağlanır. Sadece hukukçulardan beklememek gerekiyor. Hak aramak gerekiyor.
Temelinde o var. İnsanlarda bir korku var, evet. Onu yenecek şey de korkunun
üstüne gitmek bence. Eğer bu vatanda özgürce, geleceğe güvenle bakarak yaşamak
istiyorsak adaleti sağlamak gerekiyor. Kimseden beklemeden. Kendimizin
sağlaması gerekiyor.
TANER BARLAS
BİNLERCE
İNSANIN BAŞINA GELİYOR
Adalet
mücadelesi verirken ‘Yeter artık, yeter artık…’ diye haykırıyorsunuz oyunda.
Geç gelen adalet, adalet midir sizce?
Geç gelen adalet, adalet değildir diye bir söz.
Maalesef her zaman öyle oluyor. Hem Türkiye’nin hem dünyanın kaderinde olan bir
şey. Her zaman değil ama çoğu kez haksızlıklar oluyor, idam edildikten sonra
insanların suçsuz oldukları anlaşılıyor. Belki binlerce insan var
tanımadığımız. Onlar tanınmadan, suçsuz oldukları halde öldürülüyor, ya da
hapislerde senelerce sürünüyorlar. Şimdi daha da bilinçli yapılan bir şey var.
Yani oyundaki İtalyan göçmenler Sacco ve Vanzetti de olduğu gibi. Orda bilerek
göçmenlere, işçi sınıfına gözdağı vermek adına yapılan böyle bir cezalandırma
bugün hala geçerliliğini koruyor.
AZINLIKTAYIZ,
DİNAZORUZ
Türkiye’deki
sanatın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu dönemde biz azınlıktayız, dinazoruz. Türkiye’nin
sistemi bu. Sanat, insanları aydınlatır, sorunları gösterir, seyircinin soru
sormasını sağlar. Soru sormayın diye sanata baskı yapan, komedi türü, magazinel
şeyleri öne çıkaran bir yapı var. Ne lüzumu var başını derde sokasın? veya
işsiz kalasın? İnsanlar daha konformist, rahatına düşkün. Böyle bir tercih
yapmışlar. Biz azınlık olarak çırpınıyoruz bir şeyler yapabilmek için. Ya hep
beraber ya hiçbirimiz... Bu kadar sanatçı toplu olarak birşeyleri
uyandıramazsak, bir şeylere vurup ses çıkmasını sağlayamazsak, bireysel olarak
yaptığımız çıkışlar olarak kalırız. Yaptığımız senede bir oyun. Burada
topladığımız 2 bin kişi. 78 milyon insan var Türkiye’de. Hangisine
ulaşabiliyorsunuz? Televizyon diye garip bir araç var. İnsanlar onun karşısına
geçip evlendirme programı seyrediyor. Siz gidip bir oyun oynayacaksınız.
Hafızasında bir anı, bir söz, Haldun Taner’in de dediği gibi perdeye asılı
kalıyor. Bir hareketim izleyicinin aklında kalıyor, onun dışında her şey yitip
gidiyor.
Tiyatro
biletlerinin pahalı olmasını konusunda yapılan eleştirileri nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Pahalı tabiki. Öğrencileri biliyoruz. Yaşam
standartlarını biliyoruz Türkiye’deki.
Bunları göz önüne aldığınız zaman 50 lira vermek, 40 lira vermek bir
öğrenci için pahalı geliyor kuşkusuz. Ama ne yaparsınız ki tiyatro da ancak
yaşamını bu paraları aldığı zaman sağlayabiliyor. Oyuncusuna para verebiliyor,
turnelere gidiliyor, konaklıyorsunuz. Bunun bir gideri var. Her tiyatro da bu
kadar seyirci potansiyeline sahip olamayabiliyor. Biz bu kadar kalabalık
oynuyoruz. Her gittiğimiz yerde salonu dolduruyoruz ama doğru dürüst iş yapan
tiyatrolarda var ve bunlar gittiği zaman o kadar seyirci toplayamayabilir. O
zaman işte sattıkları bilet ancak kendilerini geçindiriyor ve ayakta
tutabiliyor.
SEYİRCİYE YAKIN OLMAK GEREKİYOR
Tiyatro
sahneleri de büyüdü artık. 2 bin kapasiteli salonlarda oynuyorsunuz…
Tiyatro biraz entim bir sanat. İnsanın gözünün yaşını
görmesi lazım, akan terini görmesi lazım. Onun için mümkün olduğu kadar
seyirciye yakın oynamak gerekiyor. Küçük salonlarda oynarsın. Evet. 10 kere
oynarsın. Ama en azından izleyici daha çok tadına varır, daha çok içine girer,
daha çok söylediğini anlar. Şimdi biraz uzaktan, mesafeli izliyor seyirci. En
arkada oturan seyirci küçücük görüyor sahnedeki kişiyi. Silüet olarak görüyor.
Sesini belki iyi duyuyorsun ama ne yapıyor adam, aksiyonu ne? O zaman
alabileceğiniz yüzde 90 keyiften fedakarlık yapmış oluyorsunuz veya insanları
cezalandırmış oluyorsunuz. Artık sanat çok pahalı bir uğraş haline geldi.
Ekonomik sıkıntının içinde yaşayan insanlar eğer sanata para ayırıyor ve
geliyorlarsa demek ki sevdikleri ve bir şeyleri seyretmek için geliyorlar.
Onlara hak ettiği sanatı vermek lazım.
SORGULANMAYAN
HAYAT, YAŞAMAYA DEĞMEZ
‘Adalet’ ile
ilgili ne söylemek istersiniz?
Kafası işleyen insan susturulamaz. Yaşamak isteyen
insan bir şeylere karşı çıkacaktır. Olumsuz gördüğü şeylere karşı çıkacaktır.
Ve lafını söyleyecektir, söylemesi gerekir. Sorgulanmayan hayat, yaşamaya
değmez. Biz tiyatrocular pek konuşmayı sevmeyiz aslında. Çoğu arkadaşımız sever
ama ben pek sevmiyorum. Çünkü yaptığımız iş zaten ortada, sahnede görünen bir
şey. Biz buyuz, düşüncelerimiz bu, yaşam tarzımız bu. Biz işimizi yaptığımız
sürece mutluyuz. İşimizi yapamazsak ihtiyarlarız ve göçeriz. Bizi ayakta tutan
yaşama bağlayan şey yaptığımız iş.
RUTKAY AZİZ
BU GÜNLERİ
AŞACAĞIZ
Adalet hep geç
mi gelir?
Bu ülkede geç geliyor tabi. Onun acısı da yıllardır
çekiliyor. Çekilmeye de devam ediyor. Dış dünyaya baktığınızda özellikle
Avrupa’da adliye sarayları ki saray mı diyeceğiz artık adına bilmiyorum. Güven
vericidir. Daha baştan, girerken size bir güven verir. Duruşma salonları da
öyledir. Ama Ergenekon davasında iyi kötü duruşmalara gitmiş biri bu duruşma
salonlarından adil bir yargı sonucu çıkmaz dedim. Çıkmadı da zaten yıllarca.
Nasıl kazanırız tekrar adaleti bu anlamda bilemiyorum. Bu tabi toplumun
eğitimiyle, kültürüyle, bilinçli bir yurttaş olmasıyla çok bağlantılı açıkçası.
Bu günleri aşacağımızı umuyorum.
Sanatçı olarak
korkuyor musunuz?
Korkmak… İnsanoğlu korkar ya. Bu çok yadırganacak bir
şey değil. Ama bu korku nereye kadar? Kendi ilkelerimizden, onurumuzdan, dünya
görüşümüzden, duygularımızdan, düşüncelerimizden ödün verecek noktaya gelmişse
o zaman yaşamayız zaten. Oynadığımız
oyuna ters düşeriz. Finalde ettiğimiz bir takım laflar var. Yılgınlığa,
suskunluğa, teslim olmaya yer yok diyorsun. Bu cümleyi ben çok seviyorum, çok
sık kullanırız. Mesele esir düşmekte değil; mesele teslim olmamakta der Nazım.
Asıl mesele o. Bunu becerebilecek miyiz? Bakalım.
Siz ne
yapıyorsunuz adalet için? Gençlere öğütleriniz var mı?
Oyunumuzu oynuyoruz, söyleyişlere gittiğimizde
konuşuyoruz. Gençler ülkelerini ve dünyayı bilinçli bir şekilde takip
edecekler. Hem ülkelerini, insanı ve emeği sevecekler. Mümkün olduğunca parayla
özdeş yaşamayacaklar. Kendilerini insanlığa sorunlu hissedecekler.
Sorgulayacaklar. Sorumluluk hissedecekler. Hayatlarını sadece salt kendi çıkarları
üstüne oturtmamaları gerek. Böylesi bir hayatın anlamı yok. Bizim büyüklerimiz
emek en yüce değerdir diyerek büyüttü. En önemli mesele cehaletten kurtulmamız,
nasıl kurtulacağız bilmiyorum ama. Bu eğitim sistemiyle daha cahil bir toplum
olacağız büyük ihtimalle. Bu gidiş onu gösteriyor.
Umudunuz yok
mu? Mutsuz musunuz?
Mutlu olmanın pek olanağı yok. Yani insansan üzüntünü
çekiyorsun, acı çekiyorsun. Bazı küçük şeylerden mutlu oluyoruz işte. Diyelim
seyircimiz ayağa kalkıp bizi alkışladı. Sürekli mutlu olmanın da bir anlamı yok
herhalde. Umut da her zaman olmalı. Umutsuz bir hayat düşünülemez. Yani
geldikleri gibi gideceklerine inanıyorum. Ama zamanını bilmiyorum.
İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey adaletle
kaimdir- Mustafa Kemal Atatürk
(Antalya Life 84.sayıdan)
7 Ağustos 2016 Pazar
İnsanları 'bez'diriyorlar!
Dilimize 'mobbing' olarak geçen işyerinde şiddet olayından
muzdarip olmayan kalmadı. İnsanların her an öfkeli, sinirli olması iş yaşamına
da yansıyarak, psikolojik şiddetin ve baskının önünü geçilemez kıldı
Günlük hayatımızın büyük bir kısmı çalışarak geçiyor. Çok
yaygın bir işyeri sorunu olan mobbing de hayatımızı direkt ve çok fazla
etkiliyor. Mobbingin (işyerinde psikolojik
taciz) kelime anlamı, psikolojik şiddet,baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme
veya sıkıntı vermektir. Türk Dil Kurumu, mobbing kavramının karşılığı
olarak 'Bezdiri' kelimesini belirlemiş ve bezdiriyi “İş
yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp,
çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak
yıldırma, dışlama, gözden düşürme” olarak tanımlamıştır. Gündemden hiç düşmeyen 'mobbing'
olayını detaylarıyla ele aldık. mobbing şiddete sadece çalışanlar mı maruz
kalıyor? mobbinge uğradığınızı nasıl kanıtlarsınız? Haklarınızı biliyor
musunuz?..
KANITLAYIN!
Ofiste bitmek bilmeyen bir mobbing altında mı
çalışıyorsunuz? Bunun sizi susturmasına izin vermeyin. Şiddet olaylarının
artması durumu o kadar normalleştirdi ki insanlar mobbing şiddete uğradığını
dahi fark edemeyebiliyor. Farkına vardığında ve dayanılmaz bir noktaya
geldiğinde ise 'durumu nasıl kanıtlayacağım?, hakkımı nasıl arayacağım?' gibi
soru işaretleriyle karşı karşıya kalıyor. Hukukun genel kuralları gereği,
psikolojik şiddete maruz kalıyorsanız, maruz kaldığınız eylem ve davranışları
somut belgelerle ya da tanıklıklarla ispat etmek zorundasınız. İşyerinde sizi
küçük düşürecek herhangi bir harekete maruz kalmanız haminde hemen tutanak
tutularak, işyerindeki kişilerin de tanık olduklarına dair imzalarının alınması
önemli. Ayrıca mobbinge uğramanız sonrasında tıbbi veya psikolojik yardım
almanız da mahkeme de mobbingin ispatına yarayan önemli delillerden biridir.
İşyerinde aynı anda birden fazla kişiye de mobbing uygulanabilir. Böyle bir
durumda, grup halinde hareket ederek, müracaatların birlikte yapılması ispatı
kolaylaştıracaktır.
NASIL ANLAYACAKSINIZ?
Mobbing tespitinin yapılabilmesi için 6 aylık bir süreçten
bahsediliyor. İşyerlerinde uygulanan mobbing, sistematik bir baskı ile ortaya
çıkar. Bu baskının tespit edilmesi için 6 aylık bir süre öngörülüyor. İş ortamında yaşanan her anlaşmazlık mobbing
olarak değerlendirilmemeli. Olaya mobbing olarak bakılabilmesi için davranışların ayda birkaç kez tekrarlanması, birbiri ardına
birtakım evreler içinde geçmiş olması ve bunun tekrarlama sıklığı ve uzun süre
devam etmesi ve davranış tarzlarının kişiye kötü muamele şeklinde olması gerekiyor.
MOBBİNGE ÖNLEM ALINABİLİR Mİ?
Şiddetten bıktığınız halde ne yapacağınızı bilmiyor
olabilirsiniz. Gelecek kaygınız, iş bulamama endişesiniz sizi içinde
bulunduğunuz kötü durumda mutsuz etmeye devam edebilir. Böyle bir durumda size
mobbing uygulayan kişiye açıkça bu davranışlarını sona erdirmesini
söyleyebilirsiniz. Bu konuşmayı yaparken, başka bir kişiyi de bu görüşmeye
tanık edebilirsiniz. Mobbingin her zaman yöneticiler tarafından uygulanmadığı
biliniyor. İş arkadaşlarınızla bu tip bir sorun yaşadığınızda çalıştığınız
kurumdaki yetkililerle bu durumu paylaşmalısınız.
HAKLARINIZI BİLİYOR MUSUNUZ?
Anayasamızda psikolojik tacizi doğrudan içeren bir hüküm
bulunmuyor. Ancak psikolojik tacizin ulusal ve uluslararası hukukta kişilik
hakları temelinde değerlendirildiği dikkate alınarak Anayasa’daki bu haklara
ilişkin düzenlemelerin olduğunu biliyoruz.
* Anayasamızın “Devletin Temel Amaç ve Görevleri”
başlıklı 5’inci maddesinde; “kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak,
insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları sağlamak”
devletin görevleri arasında sayılmıştır.
* 10’uncu maddede, “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine
yer verilmiş ve devletin bu eşitliği sağlamak üzere gerekli tedbirleri
alacağına vurgu yapılmıştır. “Herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz,
devredilemez, vazgeçilmez temel
hak ve hürriyetlere sahip olduğu” 12’nci maddede düzenlenmiş ve yine “herkesin
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu” 17’nci
maddede vurgulanmıştır.
* İş Kanunu hükümlerinde doğrudan psikolojik taciz
kavramına yer verilmemiş olmakla birlikte; Eşit davranma ilkesi (Madde 5),
Çalışma koşullarında değişiklik ve iş sözleşmesinin feshi (Madde 22),
İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri (İş sağlığı ve güvenliği konusunda)
(Madde 77), kapsamında konunun değerlendirilmesi mümkün görünmektedir.
* Mevzuatımıza ilk kez Türk Borçlar Kanunu ile giren
psikolojik taciz ifadesi “İşçinin kişiliğinin korunması” başlığı
altında düzenlenmiştir. Bu hükümle işçinin işyerindeki psikolojik tacizlere
karşı hukukî güvence altına alınması konusunda önemli bir adım atılmıştır.
İşverenin bu maddeye aykırı davranışları sonucu ortaya çıkan zararların
tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi tutulmuştur.
* Psikolojik taciz, Türk Medenî Kanunu’nda açıkça
düzenlenmemiş olmakla birlikte; “Dürüst Davranma” başlıklı 2’nci
maddesindeki“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını
yerine getirirken dürüstlük kurallarına
uymak zorundadır” şeklindeki
temel ilkeden başlayarak; kişiliği vazgeçme ve aşırı sınırlamaya karşı koruyan
23’üncü madde, saldırılara karşı koruyan 24’üncü madde ve bu konuda açılacak
davaları düzenleyen “Davalar” başlıklı 25’inci madde kapsamında ele
alınabilmektedir.
Türk Ceza Kanunu’nun amaçları arasında yer alan “kişi
hak ve özgürlüklerinin korunması” kapsamında, psikolojik tacize konu
eylemlerin işleniş biçimleri ve sonuçlarına göre her biri ayrı ayrı
değerlendirilmek üzere 96. maddesindeki eziyet, 105. maddesindeki cinsel taciz,
106. maddesindeki tehdit, 107. maddesindeki şantaj, 117. maddesindeki iş ve çalışma
hürriyetinin ihlali, 122. maddesindeki ayırımcılık, 125. maddesindeki hakaret,
123.maddesindeki kişilerin huzur ve sükununu bozma, 124. maddesindeki
haberleşmenin engellenmesi, 132. maddesindeki haberleşmenin gizliliğini ihlal,
133. maddesindeki kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması,
134. maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal, 135. maddesindeki kişisel
verilerin kaydedilmesi TCK’da suç olarak sayılan fiiller arasında yer
almaktadır.
Alo170
Çalışma hayatı ve sosyal güvenlik hakkında her türlü, ihbar,
şikayet, öneri ve taleplerin çözüme kavuşturulması amacıyla kurulan Çalışma ve
Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi Alo 170'i arayarak yardım alabilirsiniz.
PATRONLAR DA MOBBİNGE UĞRUYOR
İşyerinde mobbing denildiği zaman durumun tek taraflı
düşünülmesi patronlara, yöneticilere, müdürlere uygulanan mobingi görünmez
kılıyor. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Davut Çetin de daha önce bu
konu hakkında açıklama yaparak şu ifadeleri kullanmıştı: "Bazı çalışanlar da patronlar üzerinde
mobbing yapıyor. Sayıları az da olsa bazı çalışanlar, fazla mesai ücreti, tatil
ücreti, iş akdi feshi konularında biraz kötü niyetle, mevzuatı kullanarak
işverene adeta taciz uyguluyor. Yani patrona da mobbing yapılıyor." Daha
önce ekip arkadaşları olan ve sonrasında terfi ederek yönetici olanların eski
çalışma arkadaşları tarafından mobbinge uğradığı bilinen bir durum.
Çalışanların yöneticilerine mobbing uygulama nedenleri çok çeşitlilik
gösteriyor. Çalışanlara kendi yöneticilerine neden mobbing uyguladıklarını
sorduğumuzda yöneticilerini yeterli vasıfta görmediklerini ve bu yüzden mobbing
yaptıklarını da söyleyebiliyorlar. Mobbingin alışkanlık ve olması gereken bir
durum olduğuna inananların sayısı da anımsanmayacak kadar fazla. Yeni gelen
yöneticilerinden kendilerine mobbing yapmasını bekleyen çalışanlar, mobbinge
maruz kalmayınca yöneticilerinin zayıf olduğunu düşünüp onlar yöneticilerine
karşı taarruza geçiyor. Çalışanların ve yöneticilerin karşılıklı olarak bu
durumu beslemeleri mobbingi ortadan kaldırmayı zorlaştırıyor.
(Antalya Life 82. sayıdan)
30 Temmuz 2016 Cumartesi
Kendi uyanışınızı kendiniz yapın!
Hakan Mengüç, Türkiye’nin kişisel gelişim ve koçluk alanında takip edilen bir numaralı ismi. Uyanışının merak ederek başladığını anlatan Mengüç, “Yapmaya çalıştığım, kişilerin benim hikayemi duyduğunda benim onların arkasında olduğumu hissetmeleri. Bunu hissettiklerine onlara bir güç geliyor. ‘Bana benzer olaylar yaşamış. Ben de yapabilirim’ diye düşünüyorlar” dedi
***
İnsanların içindeki potansiyeli fark ederek enerjilerini doğru şekilde kullanmasına yardımcı olan Yaşam Koçu ve psikanalist Hakan Mengüç, “İnsanlar bilmediğine karşı. Ben de öyle yetiştim ama, karşı olduğun bir şeyi aşıp ondan zevk aldığında o zaman bu güzel bir şeymiş diyorsunuz. Kalıbınızdan gittikçe çıkmaya çalışıyorsunuz” dedi. İnsanların daha önceden korktuğu ama artık spritüel konuları merak etmeye başladığı belirten Mengüç, bunun sebebini ise şöyle açıkladı: “Diğer bütün yöntemleri deneyip bir sonuç alamadılar. Bu alanlara yöneldiler.” İnsanların değişebileceğine inandığını söyleyen Mengüç, “ben en dibi yaşadım ve değiştim. İstediğiniz her şeyi başarabilirsiniz. Sadece sizi ona inandırmamışlar” diye konuştu.
Sizce insanlar neden mutsuz?
Mutsuzluğun birçok sebebi var. Birinci olarak hayatta amaçları yok. Bir hayat amacın yoksa sabah neden kalkıyorsun ki? Kişinin temel bir amacı yoksa boşluk hisseder. İkinci neden de genelde ilişkilerdir. Erkekler genelde amaçları olmadığından mutsuz oluyorlar. Kadınlar da genelde erkeklerden dolayı mutsuz oluyorlar.
TAŞLARI ATIN, ANI YAŞAYIN
Anı yaşa söylemi hayatın içinde insanların ağızlarından düşürmediği bir cümle. Ama ne kadar anı yaşayabiliyoruz?
Geçmişe çok takılıyoruz. Anı yaşamak o kadar da kolay bir şey değil ama. Anı yaşa demekle olmuyor. Sırt çantası düşünün. Geçmişte yaşadığımız her olayı bir taş olarak düşünürsek, onları sırt çantamıza atıyoruz. Ve onları boşu boşuna taşıyoruz. Ve siz sırtınızda 30 tane taş varken sahilde yürümenin tadını çıkaramazsınız. Anı yaşayamazsınız. Çünkü sırtınızda taşlar vardır, ve siz o ağırlığı düşünürsünüz. O taşları atmadan anı yaşayamazsınız. İlk önce taşlarınızı atmalısınız.
Taşları nasıl atabiliriz?
Terapi yolları vardır. Bilinçaltında bazı olayları temizleme, rahatlama yöntemleri var. Terapilere atılabilir. Zen’in iki kolu vardır. Şuanda kalmak üzerine çalışır. Mesela çay seremonileri vardır. Biz hep gelecek odaklı yetiştiriliyoruz. Zen eğitimlerinde, ben de geçmişte aldım. Mesela bir çay geliyor. Kimse konuşmuyor. Çayın sıcaklığını hissediyorsunuz, buharını izliyorsunuz. İçerken boğazından geçişini, midenden geçişini her şeyi hissediyorsun. Bu size tekrardan hissetmeyi öğretiyor. Hayatında bunu hiç tatmamış birine anlatamazsınız.
İNSANLAR BİLMEDİĞİ ŞEYE DÜŞMANDIR
İnsanlar spirütüel konulara niçin bu kadar mesafeli? Günümüzde bu mesafe biraz daha kırıldı. Bunun sebebi insanların mutsuzluklarına çözüp arayıp bulamaması ve en son olarak spirütüle yönelmesi olabilir mi?
İnsanlar neden yabancı? Çok güzel bir söz var. İnsan, bilmediği şeye düşmandır. Bu bilinçaltının ilk kuralıdır. Yeni bilgileri kendine kapatır. Çünkü yeni bilgi, risk demektir. Tehlike de barındırabilir. Dikkat edin, Dünya’nın her yerinde din de bile böyledir. Mesela ‘ben çok iyi müslümanım’ diyip, Kuran’ı okumayan insanlar var. Çünkü insanlar genelde onlara ne aktarılıyorsa, o aktarılanla hayatına devam ediyor. Yeni bir bilgi öğrenmek istemiyor. O yüzden spirütüele kapalı. Çünkü aileden, çevreden bunu görmemiş. Ama birgün öyle bir noktaya geliyor ki, acı eşiği dediğimiz. O zaman ilgi duymaya başlıyor. Karşı olduğunuz bir şeyi aşıp, ondan zevk almaya başladığınızda o zaman bu güzel bir şeymiş diyorsunuz. Kabuğunuzdan gittikçe çıkmaya çalışıyorsunuz.
İnsanlar daha önceden korktukları şeyi artık merak ediyorlar. Kabuklarını kırdılar. Merakın sebebi sizce ne?
Çünkü, diğer bütün yöntemleri deneyip bir sonuç alamadılar. Bu alanlara yöneldiler. Bu alanda tabiki tehlikeli. Bilen var, bilmeyen var, biliyorum diyen var… Bunun ayrımını insanlar normalde yapamaz. Ama mevcut yöntemler insanlara bir fayda sağlamadığı için.
İnsanlar ne zaman değişir?
İnsanlar normalde değişimi sevmezler ama bir gün gelir değişirler. Bununla ilgili güzel bir hikaye anlatayım sizlere: Birgün bir köpek inliyormuş. Yoldan geçen adam da sahibine bu köpek neden inliyor diye sormuş. Sahibi de çünkü bir çivinin üstünde oturuyor demiş. Adam, köpeğin neden kalkmadığını sormuş. Sahibi de, demekki yeterince acıtmıyor diye cevap vermiş. İşte biz de yeterince acı çektiğimiz zaman değişiyoruz.
‘BENCE EN İYİ YAŞAM KOÇU…’
Herkesin yaşam koçuna ihtiyacı var mı?
Bence en iyi yaşam koçu, insanın en samimi arkadaşlarıdır. Onu tüm kusurlarına rağmen seven ve yanında olan kişidir yaşam koçu. Ama arkadaşları dahi ona bir şekilde çözüm bulamıyorsa bir profesyonelden yardım almasını öneririm. Ama ben herkesin yaşam koçuna ihtiyacı olması gerektiğini düşünmüyorum. Ağır travmaları yoksa şayet. Ama vakti ve imkanı varsa tabiki, yaşam koçunun olmasının hiçbir zamanı olmaz.
Peki siz mutsuz olduğunuz zaman?
Ben şunu kabul ediyorum. Bu hayat, inişli çıkışlı. Biz hep kafamızda çok güzel tablolar hayal ediyoruz. Beyaz atlı prens gelecek. Herşey çok güzel olacak gibi. İlk önce şunu kabul etmeliyiz. Hayat hep inişli çıkışlıdır. Mutsuz da olabilirim, kötü bir haber de alabilirim. Benim kontrolümde değil ki. Çok sevdiğim birini kaybedebilirim. Önemli olan benim bu olaya ne tepki verdiğim, nasıl yorumladığım. Ben olayları olumlu yorumlama konusunda eğittim kendimi. O yüzden insanlar kadar belki mutsuz olmuyorum. Biz de bunu öğretiyoruz zaten. Şöyle bir şey söyleyeyim. Birinin ayağı takılır, küfretmeye başlar herkese. Diğerinin ayağı takılır, derki ben şunu biraz kenara ittireyim, başkasının ayağı takılmasın der. Sonrasında da birçok insana yardımcı oldum diye düşünür ve mutlu olur. İkisi de aynı olayı yaşamıştır. Yorumlama biçimi sizin ne hissedeceğinizi belirler. Yaşadığın olay değil; yaşadığın olaya verdiğin anlam hissinizi oluşturur. Biz yorumlamaya öğretiyoruz.
Bu yöndeki uyanışınız nasıl oldu?
Uyanışım merak ederek başladı. Sonra okumaya başlıyorsun. Kendi sorunların olacak bir kere. Sorunun yoksa aramıyorsun bu tip çözümler. Benim sorunların vardı. İnsanlarla iletişime korkuyordum. Mesela üniversitede hoca sahneye çıkardı bir konuşma yapmamı istedi. Orada heyecandan ölecektim. Halbuki 20 kişi var ve tanıyorum o kişileri. Elim ayağım titredi. Sonra dedim ki: Ne oluyoruz? Sonra bir yolculuk başladı, ve yolculuk hiç bitmiyor… Şimdi bin kişinin karşısında bir kişiyle konuşuyormuşum gibi konuşabiliyorum. Ama bunu neden zevkle ve inanarak anlatabiliyorum biliyor musunuz? Çünkü, ben en dibi yaşadım ve değiştim. Bu yüzden insanların da değişebileceğine inanıyorum. İstediğiniz her şeyi başarabilirsiniz. Sadece sizi ona inandırmamışlar.
Yapmaya çalıştığım; kişilerin benim hikayemi duyduğunda benim onların arkasında olduğumu hissetmeleri önemli. Bunu hissettiklerinde onlara bir güç geliyor. ‘Bana benzer olaylar yaşamış. Ben de yapabilirim’ diye düşünüyorlar.
Mutluluğun formülünü yazmıştınız. Mutlu olmak kolay mı?
Aslında çok zor değil. Ama biz işleri çok karmaşıklaştırıyoruz. Doğru soru mutlu muyum, değil miyim değil; huzurlu muyum sorusu olmalı. Çünkü mutluluk bir koşula bağlı. Ama huzur genele yayılmış bir şeydir. Zihin, ruh hali durumudur. Neyle karşılaşırsanız karşılaşın, vardır bir hayır dersiniz.
Huzurlu musunuz?
Huzurluyum.
Ney üflemeye nasıl başladınız?
Küçük yaşlarda tasavvufla ilgilenmeye başladım. Tasavvufla ilgilenmek Ney’i öğrenmemi de sağladı. Ney’in, insanı dinlendirici, insanın ruhunu dinginleştiren bir şey. O yüzden çok seviyorum, hergün de üflüyorum.
İnsanlar hipnoz olmaktan neden korkuyor?
İki sebepten; ilki, kontrolü bir başkasına vermek istemiyorlar. Bu çok önemli bir şeydir. Diğeri ise bilinçaltından ne çıkacak diye korkuyorlar. Yine aynı şeye geliyoruz aslında. Bilmediğimizden korkuyoruz. Hipnoz bize televizyonda anlatıldığı gibi değil. Bir çeşit meditasyon. Meditasyonun farklı bir versiyonu. Hipnoz, hayatın içinde de var. Konuşurken birbirimizi hipnoz edebiliyoruz. En büyük hipnoz televizyon. Saatlerce bir insanı karşısında tutuyor.
Merakla beklenen kitabınız ne zaman çıkıyor?
Ekim’de çıkacak. İlişkilerde yaşanan bütün problemleri anlatan bir kitap olacak. Uzmanlık alanlarımdan biridir. Aşk acısı neden çekeriz, nasıl unuturuz, aşk acısının yararları var mıdır, Kaçan kovalanır mı, neden sevmediğimiz halde ilişkimizi bitiremiyoruz… Bütün bu konuları anlatacağım.
Şansa inanır mısınız?
Şans, fırsatlarla hazırlıklı olarak karşılaşmaktır.
(Antalya Life 82.sayıdan)
***
İnsanların içindeki potansiyeli fark ederek enerjilerini doğru şekilde kullanmasına yardımcı olan Yaşam Koçu ve psikanalist Hakan Mengüç, “İnsanlar bilmediğine karşı. Ben de öyle yetiştim ama, karşı olduğun bir şeyi aşıp ondan zevk aldığında o zaman bu güzel bir şeymiş diyorsunuz. Kalıbınızdan gittikçe çıkmaya çalışıyorsunuz” dedi. İnsanların daha önceden korktuğu ama artık spritüel konuları merak etmeye başladığı belirten Mengüç, bunun sebebini ise şöyle açıkladı: “Diğer bütün yöntemleri deneyip bir sonuç alamadılar. Bu alanlara yöneldiler.” İnsanların değişebileceğine inandığını söyleyen Mengüç, “ben en dibi yaşadım ve değiştim. İstediğiniz her şeyi başarabilirsiniz. Sadece sizi ona inandırmamışlar” diye konuştu.
Sizce insanlar neden mutsuz?
Mutsuzluğun birçok sebebi var. Birinci olarak hayatta amaçları yok. Bir hayat amacın yoksa sabah neden kalkıyorsun ki? Kişinin temel bir amacı yoksa boşluk hisseder. İkinci neden de genelde ilişkilerdir. Erkekler genelde amaçları olmadığından mutsuz oluyorlar. Kadınlar da genelde erkeklerden dolayı mutsuz oluyorlar.
TAŞLARI ATIN, ANI YAŞAYIN
Anı yaşa söylemi hayatın içinde insanların ağızlarından düşürmediği bir cümle. Ama ne kadar anı yaşayabiliyoruz?
Geçmişe çok takılıyoruz. Anı yaşamak o kadar da kolay bir şey değil ama. Anı yaşa demekle olmuyor. Sırt çantası düşünün. Geçmişte yaşadığımız her olayı bir taş olarak düşünürsek, onları sırt çantamıza atıyoruz. Ve onları boşu boşuna taşıyoruz. Ve siz sırtınızda 30 tane taş varken sahilde yürümenin tadını çıkaramazsınız. Anı yaşayamazsınız. Çünkü sırtınızda taşlar vardır, ve siz o ağırlığı düşünürsünüz. O taşları atmadan anı yaşayamazsınız. İlk önce taşlarınızı atmalısınız.
Taşları nasıl atabiliriz?
Terapi yolları vardır. Bilinçaltında bazı olayları temizleme, rahatlama yöntemleri var. Terapilere atılabilir. Zen’in iki kolu vardır. Şuanda kalmak üzerine çalışır. Mesela çay seremonileri vardır. Biz hep gelecek odaklı yetiştiriliyoruz. Zen eğitimlerinde, ben de geçmişte aldım. Mesela bir çay geliyor. Kimse konuşmuyor. Çayın sıcaklığını hissediyorsunuz, buharını izliyorsunuz. İçerken boğazından geçişini, midenden geçişini her şeyi hissediyorsun. Bu size tekrardan hissetmeyi öğretiyor. Hayatında bunu hiç tatmamış birine anlatamazsınız.
İNSANLAR BİLMEDİĞİ ŞEYE DÜŞMANDIR
İnsanlar spirütüel konulara niçin bu kadar mesafeli? Günümüzde bu mesafe biraz daha kırıldı. Bunun sebebi insanların mutsuzluklarına çözüp arayıp bulamaması ve en son olarak spirütüle yönelmesi olabilir mi?
İnsanlar neden yabancı? Çok güzel bir söz var. İnsan, bilmediği şeye düşmandır. Bu bilinçaltının ilk kuralıdır. Yeni bilgileri kendine kapatır. Çünkü yeni bilgi, risk demektir. Tehlike de barındırabilir. Dikkat edin, Dünya’nın her yerinde din de bile böyledir. Mesela ‘ben çok iyi müslümanım’ diyip, Kuran’ı okumayan insanlar var. Çünkü insanlar genelde onlara ne aktarılıyorsa, o aktarılanla hayatına devam ediyor. Yeni bir bilgi öğrenmek istemiyor. O yüzden spirütüele kapalı. Çünkü aileden, çevreden bunu görmemiş. Ama birgün öyle bir noktaya geliyor ki, acı eşiği dediğimiz. O zaman ilgi duymaya başlıyor. Karşı olduğunuz bir şeyi aşıp, ondan zevk almaya başladığınızda o zaman bu güzel bir şeymiş diyorsunuz. Kabuğunuzdan gittikçe çıkmaya çalışıyorsunuz.
İnsanlar daha önceden korktukları şeyi artık merak ediyorlar. Kabuklarını kırdılar. Merakın sebebi sizce ne?
Çünkü, diğer bütün yöntemleri deneyip bir sonuç alamadılar. Bu alanlara yöneldiler. Bu alanda tabiki tehlikeli. Bilen var, bilmeyen var, biliyorum diyen var… Bunun ayrımını insanlar normalde yapamaz. Ama mevcut yöntemler insanlara bir fayda sağlamadığı için.
İnsanlar ne zaman değişir?
İnsanlar normalde değişimi sevmezler ama bir gün gelir değişirler. Bununla ilgili güzel bir hikaye anlatayım sizlere: Birgün bir köpek inliyormuş. Yoldan geçen adam da sahibine bu köpek neden inliyor diye sormuş. Sahibi de çünkü bir çivinin üstünde oturuyor demiş. Adam, köpeğin neden kalkmadığını sormuş. Sahibi de, demekki yeterince acıtmıyor diye cevap vermiş. İşte biz de yeterince acı çektiğimiz zaman değişiyoruz.
‘BENCE EN İYİ YAŞAM KOÇU…’
Herkesin yaşam koçuna ihtiyacı var mı?
Bence en iyi yaşam koçu, insanın en samimi arkadaşlarıdır. Onu tüm kusurlarına rağmen seven ve yanında olan kişidir yaşam koçu. Ama arkadaşları dahi ona bir şekilde çözüm bulamıyorsa bir profesyonelden yardım almasını öneririm. Ama ben herkesin yaşam koçuna ihtiyacı olması gerektiğini düşünmüyorum. Ağır travmaları yoksa şayet. Ama vakti ve imkanı varsa tabiki, yaşam koçunun olmasının hiçbir zamanı olmaz.
Peki siz mutsuz olduğunuz zaman?
Ben şunu kabul ediyorum. Bu hayat, inişli çıkışlı. Biz hep kafamızda çok güzel tablolar hayal ediyoruz. Beyaz atlı prens gelecek. Herşey çok güzel olacak gibi. İlk önce şunu kabul etmeliyiz. Hayat hep inişli çıkışlıdır. Mutsuz da olabilirim, kötü bir haber de alabilirim. Benim kontrolümde değil ki. Çok sevdiğim birini kaybedebilirim. Önemli olan benim bu olaya ne tepki verdiğim, nasıl yorumladığım. Ben olayları olumlu yorumlama konusunda eğittim kendimi. O yüzden insanlar kadar belki mutsuz olmuyorum. Biz de bunu öğretiyoruz zaten. Şöyle bir şey söyleyeyim. Birinin ayağı takılır, küfretmeye başlar herkese. Diğerinin ayağı takılır, derki ben şunu biraz kenara ittireyim, başkasının ayağı takılmasın der. Sonrasında da birçok insana yardımcı oldum diye düşünür ve mutlu olur. İkisi de aynı olayı yaşamıştır. Yorumlama biçimi sizin ne hissedeceğinizi belirler. Yaşadığın olay değil; yaşadığın olaya verdiğin anlam hissinizi oluşturur. Biz yorumlamaya öğretiyoruz.
Bu yöndeki uyanışınız nasıl oldu?
Uyanışım merak ederek başladı. Sonra okumaya başlıyorsun. Kendi sorunların olacak bir kere. Sorunun yoksa aramıyorsun bu tip çözümler. Benim sorunların vardı. İnsanlarla iletişime korkuyordum. Mesela üniversitede hoca sahneye çıkardı bir konuşma yapmamı istedi. Orada heyecandan ölecektim. Halbuki 20 kişi var ve tanıyorum o kişileri. Elim ayağım titredi. Sonra dedim ki: Ne oluyoruz? Sonra bir yolculuk başladı, ve yolculuk hiç bitmiyor… Şimdi bin kişinin karşısında bir kişiyle konuşuyormuşum gibi konuşabiliyorum. Ama bunu neden zevkle ve inanarak anlatabiliyorum biliyor musunuz? Çünkü, ben en dibi yaşadım ve değiştim. Bu yüzden insanların da değişebileceğine inanıyorum. İstediğiniz her şeyi başarabilirsiniz. Sadece sizi ona inandırmamışlar.
Yapmaya çalıştığım; kişilerin benim hikayemi duyduğunda benim onların arkasında olduğumu hissetmeleri önemli. Bunu hissettiklerinde onlara bir güç geliyor. ‘Bana benzer olaylar yaşamış. Ben de yapabilirim’ diye düşünüyorlar.
Mutluluğun formülünü yazmıştınız. Mutlu olmak kolay mı?
Aslında çok zor değil. Ama biz işleri çok karmaşıklaştırıyoruz. Doğru soru mutlu muyum, değil miyim değil; huzurlu muyum sorusu olmalı. Çünkü mutluluk bir koşula bağlı. Ama huzur genele yayılmış bir şeydir. Zihin, ruh hali durumudur. Neyle karşılaşırsanız karşılaşın, vardır bir hayır dersiniz.
Huzurlu musunuz?
Huzurluyum.
Ney üflemeye nasıl başladınız?
Küçük yaşlarda tasavvufla ilgilenmeye başladım. Tasavvufla ilgilenmek Ney’i öğrenmemi de sağladı. Ney’in, insanı dinlendirici, insanın ruhunu dinginleştiren bir şey. O yüzden çok seviyorum, hergün de üflüyorum.
İnsanlar hipnoz olmaktan neden korkuyor?
İki sebepten; ilki, kontrolü bir başkasına vermek istemiyorlar. Bu çok önemli bir şeydir. Diğeri ise bilinçaltından ne çıkacak diye korkuyorlar. Yine aynı şeye geliyoruz aslında. Bilmediğimizden korkuyoruz. Hipnoz bize televizyonda anlatıldığı gibi değil. Bir çeşit meditasyon. Meditasyonun farklı bir versiyonu. Hipnoz, hayatın içinde de var. Konuşurken birbirimizi hipnoz edebiliyoruz. En büyük hipnoz televizyon. Saatlerce bir insanı karşısında tutuyor.
Merakla beklenen kitabınız ne zaman çıkıyor?
Ekim’de çıkacak. İlişkilerde yaşanan bütün problemleri anlatan bir kitap olacak. Uzmanlık alanlarımdan biridir. Aşk acısı neden çekeriz, nasıl unuturuz, aşk acısının yararları var mıdır, Kaçan kovalanır mı, neden sevmediğimiz halde ilişkimizi bitiremiyoruz… Bütün bu konuları anlatacağım.
Şansa inanır mısınız?
Şans, fırsatlarla hazırlıklı olarak karşılaşmaktır.
(Antalya Life 82.sayıdan)
26 Temmuz 2016 Salı
Düşüncenin suyu bile etkileyebileceğini biliyor muydunuz?
İnsanların çok sık dile getirdiği, ‘iyi düşün, iyi olsun’ mottosunun hayatı nasıl değiştirdiği hala tartışmalı bir konuyken, insanların duygu ve düşüncelerinin de suya yansıtıldığında suyun bile tepki verdiğini biliyor muydunuz? Siz ne düşünüyorsunuz?
Var olmamızın, hayatımızı devam ettirmemizin kaynağı olan su, özünü kaybetmeden hayatımızı sürdürmemizi sağlıyor. Doğayla son derece uyumlu bir madde olan su, kolaylıkla bulunduğu ortama adapte olur. Fakat, adaptasyon sürecinde sanıldığı gibi suyun sadece fiziksel şekli değişmez; moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı olumlu- olumsuz enerjiler suyun moleküler şeklini değiştirir. Yani, su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz. Kullandığımız kelimelerin enerjisini kopyalayan suyun moleküler yapısındaki değişiklik, düşüncelerimizle nasıl mucizeler yaratabileceğimizi de gösteriyor bize…
‘HERŞEYİN ENERJİSİ VAR’
Sürekli evrene mesaj yollarız. Farkında olarak veya olmayarak… Düşüncelerimiz belirli bir frekansta enerjiye dönüşür. Bu enerji titreşimleri, tüm vücudumuzu etkiliyor. ‘Benzer, benzeri çeker’ cümlesinden de anlaşıldığı gibi, evrene yolladığımız enerji frekansı, kendine benzer bir enerji frekansıyla örtüşür. Ve hayatımızda da bunun yansımasını yaşarız.
Kuantum fizikçileri her şeyin enerjiden oluştuğunu kanıtladı. Kuantum fiziği ile herşeyin bir enerji olduğu gerçeği, tamamlayıcı tıpta gelişimini sürdürürken buna benzer olarak yapılan deneylerde de insanları şaşırtan sonuçlar ortaya çıkıyor. Japon bilim adamı Masaru Emoto, yaptığı deneylerde suyun yüklenen enerjiyi ya da çevresindeki enerjiyi kendisine kopyalayarak uygun şekillerle tepki verdiğini ortaya koydu. Düşüncelerin her durumu etkilediği, suyun bile düşünceye tepki vermesine inanılması güç ve mucize olarak bakılıyor. İçimizde barındırdığımız enerjiyi, doğru kullanabildiğimiz takdirde hayatımızın bize yansımaları da farklılaşıyor. Bakış açınız, kullandığınız kelimeler, kelimelere yüklediğiniz negatif ve pozitif anlamlar… Bunların hepsinin enerjisi size tekrar dönüyor. İnsan vücudunun yüzde 70’ini oluşturan suyun da düşüncelerden etkilendiğini biliyor muydunuz?
BİLİNCİNİZ SUYU DEĞİŞTİREBİLİYOR
Japon bilim adamı Masaru Emoto, araştırmaları sonucunda, suyun cansız bir madde olmadığını, canlı ve duyguları algılayan kristallerden oluştuğunu açıkladı. Emoto, araştırmalarında, suyun, düşünce ve duyguları etkilediğini kanıtladı.
Emoto, çalışmasında aynı suyu iki farklı çam şişeye koyarak birinin üzerine ‘teşekkür ederim’ diğerinin üzerine ‘sen aptalsın’ yazan bir etiket yapıştırıyor. ‘Teşekkür ederim’ yazılı şişedeki su, güzel altıgen kristaller oluştururken ‘sen aptalsın’ yazılı şişedeki suda ise sadece kristal parçacıkların oluştuğunu görüyor. Böylece suyun verilen bilgiyi aldığı ve aldığı bilgiye göre de niteliğini değiştirebildiğini tespit ediyor. Emoto, suya ‘teşekkür ederim’ sözcüğünü hangi dilde gösterirse göstersin benzer kristal yapıyla karşılaşıyor. Buradan da sözcüğün değil onun taşıdığı olumlu ya da olumsuz algının su üzerinde etkili olduğunun sonucuna varıyor.
Bu çalışmalar Emoto’yu yüzde 70’i su olan insanların, aldığı bilgiden etkilendiği fikrine götürüyor. İnsanların özü olan su, kendisine verilen negatif ve pozitif duyguya göre değişebiliyorsa, aynı şey biz insanlar için de geçerlidir. İşte bu sebepten, ne düşündüğünüze dikkat edin kaderiniz olur…(Antalya Life 81.sayı)
Üzerinde yaşadığımız dünyanın büyük bir bölümü sudan oluşmuştur, aynen bizim bedenlerimiz gibi…
18 Temmuz 2016 Pazartesi
Farkındalığınızı fark edin!
Değişen ve hızlanan hayatınızda, iç huzurunuzu kaybettiğiniz
anlar olur. Sakinleşmek, huzura kavuşmak, tabiri caizse zamanı yavaşlatmak
istersiniz. İç huzura ulaşmanın yollarından biri olan meditasyonla,
farkındalığınızı fark ederek bakış açınızı güzelleştirebilirsiniz
Herşeyin çok hızlandığını, çabuk tüketildiğini, bazı
şeylerin değerini kaybettiğini düşünüp, hayatınızın içinde kaybolup gidiyor
musunuz? Meditasyon için 'Uzak doğu icadı' diye nitelendirip ötekileştiren de
var, 'ruha masaj' diyen de... Meditasyon, zihinsel egzersiz olarak
tanımlanabilir. Türkçe’ye ‘derin düşünme’ olarak çevrilen meditasyon, insanların
‘derin düşünme’ algısına farklı bir boyut kazandırıyor. İş hayatında veya özel
yaşamınızda canınız sıkıldığı zaman ‘düşünmeme’ üzerine kodlanmanın aksine,
‘derin düşünme’ tekniğiyle rahatlıyorsunuz. Çoğu insanın vücut sağlığı için
fiziksel egzersiz yapıp, bunu sonucunu hissettiği gibi, meditasyon yaparak da
zihninizi güçlendirip, odaklanma ve sakinlik gibi zihinsel yönlerinizi
güçlendirebilirsiniz. Hayatımızın her alanına dahil olan fast food (hızlı
tüketim), içinde yaşadığımız 'an'ı da anlamsız kılarken, meditasyon, OSHO'nun
kitabında da anlattığı gibi (yürürken sadece yürü, otururken sadece otur)
'an'ın içini doldurarak, asıl olanın içinde yaşadığımız zaman olduğunu bize
hatırlatıyor. Ve bilincimiz farkındalığa erişiyor.
NEFES ALIN, ZİHNİNİZİ SUSTURUN
Meditasyon yaparken, nefesinizi daha derin alıp, daha derin
verirsiniz. Böylece gerginliğiniz azalır, negatif enerjiniz pozitife dönüşür.
Derin nefes aldığınızda akciğerleriniz daha fazla oksijen alır ve dışarıya daha
fazla karbondioksit atılır. Bu da daha fazla enerji demektir. Meditasyonda
başlangıçta odaklanmak için sessizliğe ihtiyaç duyarsınız. Meditasyon yaparken
sessiz kalmaya ihtiyaç duydukça çevrenizdeki sesleri daha yoğun duymaya
başlayacaksınız. Meditasyonda zihninizdeki sesi susturmak için dıştaki bir sese
ihtiyaç duyarsınız. Ama bu seslere aldırmadan meditasyona devam ettiğinizde
sesler sizden uzaklaşacaktır, çünkü zihniniz rahatlayacaktır. Meditasyona başladığınızda dış seslerden çok
rahatsız olursanız, seslerden kaçmaya çalışmayın; aksine sizi en çok rahatsız
eden sese odaklanın ve o sesi meditasyon objesine dönüştürün. Böyle yaptığınızda sessizliğe dalacaksınız ve
çevrenizdeki sesler sizi rahatsız etmeyecek.
NEREDEN BAŞLAYACAĞINIZI BİLMİYOR MUSUNUZ?
Meditasyon yapmak isteyenlerin yaşadığı en temel problem,
'tamam meditasyon yapmak istiyorum, huzur istiyorum, ama konsantre olamıyorum,
nereden başlayacağım?' durumudur. Eğer
meditasyon yapacaksanız ne yapacağınızı çok iyi bilmeniz gerekiyor. Meditasyon
yapmaya başladığınızda hemen farklı sonuçlar, olağanüstü tecrübeler yaşamayı
beklemeyin. Meditasyonu düzenli uygulamak çok önemli. Yoganın bölümlerinden
biri olan meditasyonun tekniklerini herkes uygulayabilir. Ama başarılı olmak
için, oturuşunuz, doğru nefes almanız ve zihinsel tutumunuz son derece önemli. Meditasyon
oturuşunda dik olmanızı doğru nefes almanız açısından gerekli. Ağzınız kapalı,
yüz kasları rahat ve nefes alışverişlerinizin burnunuzdan olmasına özen
göstermelisiniz. Omuzlar ve kollar gevşek olmalı, eller bir parmak kilidi
yapılarak dizlerin üstünde bulunmalıdır. Meditasyon duruşlarının amacı, sizin uzun süre
tamamen hareketsiz kalmanızı sağlamaktır. Meditasyonda ilerleyen aşamalara
geldiğiniz zaman, fiziksel bir rahatsızlık hissetmeden birkaç saat ayna
pozisyonda kaldığınızı gözlemleyeceksiniz. Meditasyonda duruş pozisyonları
seviyenizi göre farklılık gösterecektir. Meditasyon duruşunuzda ne kadar sabit
oturursanız zihniniz o kadar tek odaklı ve yoğunlaşma da bir o kadar etkili
olacaktır. Nefes üzerine meditasyon, başlangıç ve ileri seviye için oldukça
başarılı ve etkili bir çalışmadır. Nefes
meditasyonunda, nefes alışverişlerinizi gözlemleyerek uygulayabilirsiniz. Meditasyona
başlarken her zaman yavaş ve yumuşak solumak gerekir. Dikkatinizi solunumunuza
yönlendirmeniz zihninizi sakinleştirmek için çok yararlıdır. Derin ve burundan
alınıp, burundan verilen nefesle, geriliminiz kaybolur ve zihniniz zenginleşir.
Bir süre sonra aldığınız nefes değil, nefesin ta kendisi olursunuz. Bu da
meditasyon halidir.
Hayatın içinde kaybolup giden insanların, farkındalığını
sağlayan meditasyon, öze dönmeyi ve içinde bulunduğunuz zamanı
anlamlandırmanızı sağlıyor. Temel prensipleri sevgi, merhamet ve huzur olan
meditasyon, yoganın bölümlerinden biri.
(Antalya Life 80. sayıdan)
10 Mayıs 2016 Salı
Hayatı yaşamak mı, yakalamak mı?
Şimdi ben buna nereden geldim, bir film izledim.
Birazdan bahsedeceğim filmden, ama kısacık ki izleyin
Bir insanın kendi hayatını yaşayamaması kadar acı verici
birşey olabilir mi?
Neden yaşıyoruz diye sordum kendime..
Çalışmak?
Para kazanmak?
Gülmek?
Aşık olmak?
Çoğaltın bunları, neden yaşadığınızın cevabını buluna kadar,
Sonrasında kaçırıyor olduğunuz hayatı belki yakalarsınız.
Filmin ismi: The Age of Adaline
Filmde yaşlanmayan Adaline'ı izleyeceksiniz.
Başta kadınlar için kulağa çekici gelebilir.
Hiç değişmeyen, beyaz saçı çıkmayan, vücut ölçüleri
bozulmayan
Güzel bir kadın
Ama öyle değil işte,
Yaş almanın yaşamak olduğunu hissetmek istiyorsanız izleyin.
......
7 Mayıs 2016 Cumartesi
Melek annelerimiz
Anneler Günü bugün. Yine bir hafta öncesinden 'sistem
dayatması günlerden biri...' gibi paylaşımlar yapılmış.
Sisteme hizmet etmekmiş, şuymuş, buymuş... bugün için
geçerli değil
Geçerli olmasın.
Eğer bu sisteme hizmetse varsın öyle olsun.
Çünkü söz konusu olan 'anne'
Güzel varlıkların günü bugün
Onları şımarttığınız tek gün belki, (Eğer öyleyse
kendinizden UTANIN)
Anneme sarılıp hayatta olduğu için şükrediyorum
Ama bugün değil.
Her gün...
Hepimizin huyları vardır. Kimimiz evden çıkmadan parfüm
sıkar, kimimiz aynaya bakar son kez...
Ben de annemi öpmeden evden çıkmam. Hem öperim, hem de
yanaklarımı uzatırım şımararak, çok öpsün diye...
Bizleri yaşama bağlayan meleklerimiz iyi ki yanımızdalar,
hep olsunlar...
Ve tek bir gün değil, bizim için sonsuza kadar özel
olsunlar...
30 Nisan 2016 Cumartesi
Ruhumuz şiir gibi...
Acıkıyoruz yemek yiyoruz,
Uykumuz geliyor uyuyoruz,
Ruhumuz da bazen sıkılıyor, kendimizi keyifsiz hissediyoruz...
O zamanlar siz ne yaparsınız?
Ben şiir okurum
İlk aldığım şiir kitabım hep yakınımdadır
Orhan Veli Kanık...
Ezbere bilmeme rağmen kitaptan sayfalarını çevire çevire
okumayı çok severim
Kitabım hep yakınımda olduğuna göre ruhum iyi değil mi ki?
Cevabı Orhan Veli versin:
Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka...
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka...
***
Amatör yazılarıma güzel eleştiriler alıyorum, teşekkür
ederim.
Kimseyi korkutmak istemem ama ben şiir de yazıyorum
:))))))
Amatör yazılardan sonra amatör şiirlerimi de okumak ister
misiniz ki acaba?
***
"Şiir adına layık bir şiir, kader tecrübesiyle başlar.
bir tek kötü şairler özgürdür" e.m.cioran
22 Nisan 2016 Cuma
O insan
Uzun zamandır görüşemediğim bir arkadaşım geçen gün beni
aradı.
Zamanında onunla bir sorunumu paylaşmıştım. 'O insan'ın bazı
davranışları hoşuma gitmiyor diye...
Sonra bana, düşünsene feruze, sen o insana sadece belirli
saatte, belirli bir yerde tahammül ediyorsun. Ama o insan hep kendisiyle
yaşıyor. Onun için hayat ne kadar zordur dedi.
Sonra beni bir aydınlanma aldı ki inanamazsınız :))))
Bunu niye paylaştım. Yakınınızda olan ama varlığı sizi
rahatsız eden birileri varsa o insanın halini düşünün bir de istedim. :)))
Sonra fikriniz ve hissettikleriniz değişecek :)
***
Yüzümüze güneş açtı
Heryer çiçek kokuyor,
Kuşlar çipetpet yapıyor :)
Kalbimiz daha hızlı atıyor
Herşeyin sebebi bahar mı?
Sürekli kuşları dinlemek için pencere açıyor, yürürken
çiçekleri koklaya koklaya, derin nefesler alıyorum, her yer mis gibi kokuyor
Arada durup ağaçların, denizin fotoğrafını çekiyorum.
Ve ŞÜKREDİYORUM...
Çünküüüüü bahaaaar geldi :)
7 Nisan 2016 Perşembe
Yaşamak eylemi
İki ay önce blok açtım ve planladım, her hafta bir yazı
gelecek buraya ve sürekli güncel tutacaksın feruze dedim.
Allah'ım hep aklımda burası,
Halbuki kafamın rahat olması lazım, kural yok, varsa da
benim kuralım...
Ama öyle olmuyormuş.
Düşünüyorum, yazıyorum yazıyorum siliyorum.
Aklıma gelen fikirleri not ediyorum 'aa bundan güzel bir şeyler
çıkabilir' diye
Sonuç ne peki?
5 satır cümle yazıp paylaşıyorum, 15 günde bir de zor
yazmışım yanii
Utanmadan
:))))))))))))
Ama samimiyim değil mi?
Bu çok fazla şeyi ifade ediyor, sizin için de etmeli bence
....
Ne kadar çok özgür bir ortam olsa da 'yazmak eylemi', Yeni
yazmaya başladım, ister istemez onaylanmak veya yazımla ilgili bir şeyler
sormak, paylaşmadan önce bir ustaya onaylatmak ve en önemlisi öğrenmek
istiyorum.
Bu kötü mü?
Benim ustam da Ümit Denizer...
Keşke İstanbul'da yaşamasa
Ümit Bey, bunu okuduğunda Antalya'ya taşınmaya karar
verebilir bu arada :)
Bana yolladığı sayısız kitap için binlerce kez teşekkür ve
şükrettiğim Ümit Bey'den aldığım son kitap 'Ferid Edgü'den 'Yazma Eylemi'.
Bugün başladım kitaba.
Bir toplumsal/siyasal olay üzerine 101 çeşitleme...
Düşünebiliyor musunuz 101 çeşit yazma eylemi var kitapta...
Merakla ve hızla okumaya başladım. Ve bu kitap 1980
basımı. Bunu bilmek beni daha da heyecanlandırdı okurken.
Kitapta olaylar farklı üsluplarda yazılmış. Sayfalar hızlı
hızlı aktı.
Yazmak gibi, yaşamak eyleminin de kaç farklı yolu var acaba?
Sayabilir misiniz?
17 Mart 2016 Perşembe
Bir süre iyi olmayacağız...
Yine keyifsiz şeyler yazacağım
Hayat bu kadar kötü gidiyor diye umutsuz cümleler kuracağım, maalesef...
Dünya dönüyor, farklı zamanlarda benzer üzücü olaylar tekrarlanıyor.
Herkes sessiz.
Karamsar olmayan bir insan bile karamsar düşünebiliyorsa bunun sebebi yaşanılanlardır.
Psikolojik durumumuz hepimizi umutsuz kılıyor.
Beklediğimiz birşey var ama bunun ne olduğunu bilmiyoruz, gibi.
Bir süre iyi olamayacağız...
7 Mart 2016 Pazartesi
Senede bir gün...
İronik birgün, ironik bir kutlama diyeceğim ama hayat ironilerle dolu zaten.
Napalım, bir gün vermişler işte.
O kadar kötü yani durum...
***
Kadınlar gününde erkekler günü var mı acaba, diye düşünüp google'a sordum,
Bu arada ekşide okuduğum şu entry paylaşılmaya değer bence: 8 mart mantığına göre 364 gündür.
Neyse...
'Günlerin olması değil; ama özel olarak atfedilen günlerde yapılan gariplikler fark ediliyor mu acaba...
'Birbirinden güzel kutlama mesajları',
'markaların indirim yapmaları...' gibi.
***
Not: Bildiğiniz gibi 2. yazım. Ve evet kısa yazıyorum, kısa yazacağım, :)
Napalım, bir gün vermişler işte.
O kadar kötü yani durum...
***
Kadınlar gününde erkekler günü var mı acaba, diye düşünüp google'a sordum,
Bu arada ekşide okuduğum şu entry paylaşılmaya değer bence: 8 mart mantığına göre 364 gündür.
Neyse...
'Günlerin olması değil; ama özel olarak atfedilen günlerde yapılan gariplikler fark ediliyor mu acaba...
'Birbirinden güzel kutlama mesajları',
'markaların indirim yapmaları...' gibi.
***
Not: Bildiğiniz gibi 2. yazım. Ve evet kısa yazıyorum, kısa yazacağım, :)
24 Şubat 2016 Çarşamba
Bizim büyük çaresizliğimiz...
İlk yazımda umut dolu güzel şeyler anlatmak isterdim, ama
Cansel’i düşünürken başka birşeyler yazmak istemedim.
Evet çaresiziz...
Bu sapkın olaylar
kendimizi çaresiz hissettiğimiz için yaşanıyor. Susuyoruz, susmadığımızı
sanıyoruz ama susuyoruz. Küçükken annem tanımadığım kişilerle konuşmamamı
söylerdi. Ama konunun bu kadar basit olmadığı, ya da bir tacizle kalmadığını
gördük. Sözlü tacizi bile hafife alır olduk. Sapkın olayların yaşandığı bir
toplumda kendimizi korumaya çalışıyoruz. Olaylar aynı; kişi, zaman ve mekân
değişiyor sadece…
Böyle günlere uyanır olduk. Günaydın demeye utanıyoruz.
Ne olacak?
Ne yapacağız?
Susuyoruz, sıranın bize gelmesini beklercesine…
Umutla bitirmek isterdim, ama bugün umutsuzum, mutsuzum…
21 Şubat 2016 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)